Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ayşe Nur

Yıkıcı eylemler ancak eser yaratmayı sürdürerek aşılabilir
Yaşamın kutsal olduğu inancına varmamız rastlantı değildir. Uygarlığımız, yaratıcı biçimde kullanılan insan enerjilerinin bir toplamıdır. Edebiyat, müzik, mimarlık, tıp ve felsefenin tümünü, enerjilerini yaratıcı biçimde yönlendiren bireylere borçluyuz. Bu tür yaratıcı faaliyetler yaşamı korunmaya değer kılar. Ancak yarattığımız güzelliğe dayanarak, insanlık harikalarından, insanın zenginliğinden ve insan dehasından söz edebiliriz. Kendimize düzdüğümüz methiye, yarattığımız bu “güzelliğe” dayanır. Güzellik görece bile olsa, yaratma eylemi, zihnin ve duyuların geniş boyutlara ulaşması, insanın erişebileceği en yüksek düzeydir. Tarih boyunca yaratıcılığımızın böyle nice örnekleri olduğu içindir ki, yaşamı korumaya değer buluyoruz. İdam cezası, savaş ya da başka türlerin soykırımı gibi yıkıcı eylemler muhalefet aracılığıyla ortadan kaldırılamaz. Bunlar ancak, daha da çok eser yaratmayı sürdürerek, bugüne kadar yaratılmış şeyleri tatma ve değerlendirme fırsatını daha çok insana vererek, ve nihayet, yaratma eylemine katılma cesaretini herkese aşılayarak yok edilebilir. Yaratıcılık, yaşamın doğrulanmasıdır. Çoğunluk tarafından paylaşılan böyle bir doğrulama, insanın insanı öldürmesi gibi düşüncelerin bir yana bırakılması için yeterlidir. O zaman olumsuzluğumuz zaman zaman ortaya çıkmayı sürdürse bile, bu toplu eylemle olmayacak, biyolojideki bir mutasyon gibi kaza sonucu olacaktır.
Reklam
Ancak günümüze kadar ulaşan hiçbir din ve hiçbir ideoloji, tarih boyunca belirli bir ilkeyi tutarlı olarak savunmamıştır. Tarihsel perspektiften bakarsak, bugün, herhangi bir ilkeyi savunma bağlamında insanın seçebileceği bir taraf yoktur. Bu konuda On Emir'in birincisinden öteye geçmemize bile gerek yok: “Öldürmeyeceksin” buyruğu, aralıksız olarak ihlal edilmiştir.
Daha çok seçenek daha çok özgürlük demek değildir
Daha çok seçme olanağımız var, bu yüzden daha çok özgürlüğümüz var. Hayır. Böyle değil. Özgürlüğün esası, bir nesneyi, bir kişiyi, bir düşünceyi ya da bir çiçeği bir diğerine tercih etmek değil. Özgürlük, hiyerarşik bir düzene ya da karşılıklı dışlamaya doğru götüren bir eylem de değil. Özgürlük bir reddetme eylemi değil. Daha çok bir kucaklama,

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Kapsayıcılık değil, dışlama belirten “BİZ”
“Biz” dendiğinde bununla herkesin kastedildiği (yani “biz, tüm yaşayan varlıklar”, “biz insanlar”, “biz, evren”) pek nadirdir. Seçmek suretiyle, BİZ'i, birçok “biz”lere bölüyoruz. Her şeyi kapsayacak anlamda bir sözcük olduğu halde, biz, genellikle dışlama belirtmek için kullanılır. Biz gerçekte “BİZ” anlamına gelmediği zaman biz anlamına geliyor.
“Sevgi seçimi” totalitarizmin “ilk günahı” gibidir
Ana babalar genellikle, çocuğu totaliter bir seçimle karşı karşıya bırakan ilk kişilerdir. Bazen birlikte, bazen de bir birlerinden gizli olarak çocuğa sorarlar: “Anneyi mi daha çok seviyorsun, babayı mı?” Sormadıkları zaman da, çocuğun davranışlarından küçük ipuçları elde etmeye çalışırlar: “En çok kimi seviyorsun?” sorusu da yavrular tarafından benimsenir ve genelleştirilir. Çocuk da zihnen bu hiyerarşik yapıyı benimser ve anası ile babasının, kardeşlerinden hangisini daha çok sevdiğini düşünmeye başlar. Ana babaların çocuklarına sormaktan çok hoşlandığı bir başka soru da, “Beni ne kadar seviyorsun?” ya da “Göster bakalım beni ne kadar seviyorsun?”dur. Böylece, daha en küçük yaşlarında birey, sevginin bölünmesi ve metalaştırılmasıyla tanışmış olur. Sevgiyi vermek ya da esirgemek suretiyle, başkalarının, özellikle yakınlarımızın davranışlarını denetleyebileceğimizi de çabucak “keşfederiz”. Hatta, sevginin esirgenmesi, çocuğu disipline sokmak için çoğunlukla öğütlenen psikolojik bir yöntemdir. Böylece, sevgi bir denetim aracı haline gelir. “Sevgi seçimi” totalitarizmin “ilk günahı” gibidir.
Reklam
Ayrıca, bir karara varmakla da iş bitmez. Birçoğumuz, doğru karara varıp varmadığımızı düşünür ve durumu yeniden ele alırız. Bu açmaz yüzünden bu kez de başka bir stresle karşı karşıya kalırız; çünkü bize, taraf değiştirmenin kötü olduğu ve güçlü bir insanın verdiği kararda direnmesi gerektiği öğretilmiştir. Ayrıca, hoşnutsuzluğumuza rağmen, sırf yeni bir stresten kaçınmak için yaptığımız seçime bağlı kaldığımız da çok olur. Neden bütün bunlar? Kararlar ve seçimlerin, doğru tarafta yer almanın, geleceğimiz, mutluluğumuz, servetimiz ve gücümüz üzerinde kritik rol oynadığını öğrenmişizdir de ondan.
Bir seçim yaparken, bütünü düşünme ve kavrama fırsatını kaçırıyoruz. Seçim yaparken taraf tutuyoruz ve bizimle birlik olanları yanımızda kalmaya, bize karşı olanları bizim tarafımıza geçmeye iteliyor, seçim yapmayanları da unutulmaya mahkûm ediyoruz. Seçmek, böl ve yönet kuralını kendi kendimize dayatma yöntemidir. Seçerek ve taraf tutarak, gerek bilgiyi gerekse insanları bölüyoruz. Bölmekle, dogma haline gelen küçük bilgi parçalan ve hiçbir şeyi sorgulamayan bir kalabalığa dönüşen bir insan topluluğu üzerinde egemenlik kuruyoruz. Seçmekle, kendini haklı gören, başkalarını mahkûm eden insanlar haline geliyoruz. Bir tarafı, herhangi bir tarafı tuttuğumuz anda, totaliter olup çıkıyoruz.
Erkek ve kadın kimliklerimizin zenginleştirilmesi, hepimiz için, özgürlüğe giden önemli bir adım. “Bana insan gözüyle bak, cinsel bir obje olarak değil” çağrısı, mevcut düzene bir başkaldırı çağrısıdır. Ama bu çağrı cinselliği yadsıyor ve bu yüzden daha da büyük bir totalitarizmin tohumlarını içinde taşıyor. Yirminci yüzyılın teknolojik yenilikleri, cinsel eşitlik kavramıyla birlikte, cinselliği atmaya ve onu tümüyle biyolojik bir fonksiyona indirgemeye doğru yöneltiyor. Günümüzün mekanik-biyolojik görüşü, tüm cinsel farklılıkların, çiftleşme ve gebelikle başlayıp sona erdiğini öne sürüyor. Bunun dışında, tam bir eşitlik olmalıdır. Eşitlikten kastedilen, insanın kendi ya da karşı cinsin cinselliğiyle mümkün olduğunca az ilgilenmesi, gündelik hayatın akışında cinselliği hatırlatacak davranışlardan kaçınması. Şimdilerde ise, türlerin devamı için çiftleşmenin ve gebeliğin dahi gerekmediği bir toplum görünürde. Yapay dölleme, tüp bebekler, genetik mühendisliği ve nihayet embriyon için tümüyle yapay bir gelişme ortamı. Bütün bunlar, bu seksten yoksun toplumu daha da tektip kılıyor. Seksten yoksun bir toplum aslında iki karşı cinse dayanan bir toplumdan daha da totaliter ve tekdüze. Seksten yoksun bir toplum gibi ürkünç bir tehdit ortaya çıkınca, özgürlük de cinsel farklılığı korumak anlamına geliyor artık; erkek ya da dişi şovenistlerini içerse bile.
Cinsellikle bağlantılı roller, giyim-kuşam ve ahlâk kuralları, standartlar, iktidarın ana kaynaklarından birini, herhangi bir rejimin başlıca meşrulaştırma araçlarından birini oluşturur. Bizler, cinsel rollerimize büyük bir itaatle bağlı kalarak, cinsel bir kodun benimsenmesini empoze etme konusunda iktidarlara açık bono veriyoruz. Gerçi, hemen tüm iktidarlarda, bireyi devletten korumak için bazı önlemler vardır, ama cinsel rolleri tüm bireylere dayatmak için kullanılan totaliter modellere karşı hiçbir önlem yoktur. Dişinin ve erkeğin onaylanmış imaj ve davranışlarının, toplumun tüm mesaj ve imajlarında bize dayatılmasını olağan sayıyoruz. Onaylanmamış şeyler ancak sanat ve patoloji alanlarında meşru sayılıyor. Ama sanat seçkinlere hitap ettiğinden ve patolojinin “cezalandırılması” da ya psikologların ya da psikiyatristlerin özel bürolarında ya da hastane koğuşlarında gerçekleştiğinden, toplum bunların hemen hemen hiç farkına varmaz.
Cinsel kimlik modelleri, toplumdaki egemen güçler tarafından imal edilen ve amaçlarına hizmet ettiği sürece korunan yapay şeylerdir. Tam olarak açıklanmayan, ama her zaman mevcut olan standartlardır bunlar. Öylesine katı cinsel standartlarımız var ki, bunlardan herhangi bir sapma derhal fark edilir. Katı cinsel rollerin korunması, topluma düzen verir. Tekdüzelik ve standartlaştırma, bir otoritenin varlığını insana her an hatırlatır. Cinsel yaşamımızla ilgili standartlar yazılı olmadığı için otorite daha da güçlüdür. Adeta Tanrı'nın gücüne yaklaşan bir gücü vardır. Bu yüzden, her an tetikte olmak gerekir. Resmi görevliler, birçok ülkede “seks skandalları” yüzünden istifa etmek zorunda kalmışlardır. Hiçbir yasa ihlal edilmemiştir. Hiçbir yazılı anlaşma ihlal edilmemiştir. Ama beklenmeyen bir cinsel davranış (örneğin bir bakanın bir fahişe ile cinsel ilişkide bulunmuş olması) derhal istifa ve istifanın kabul edilmesi için yeterli bir nedendir. Ancak, tarihte hiçbir hükümet, o ülkede fuhuş olması nedeniyle iktidardan düşmüş değildir. Cinsel standartlar ancak bireyler üzerinde baskı uygular. Yazılı olmayan cinsel standartlara karşı çıkmak, bir insanın hainlerle ilişkisi olduğundan kuşkulanmak kadar kritik bir durum yaratır. Birçok hükümet yetkilisi için bir haine yakın olmakla cinsel bir standardı ihlal etmek, topluma karşı hemen hemen aynı derecede ciddi suçlar sayılır. Her iki durumda da kişi, düzen onu dışlama fırsatını bulmadan önce, istifa etmek, kaçmak ya da intihar etmek suretiyle genelde derhal kendisini toplumdan aforoz eder.
Reklam
Güç, itaat ister, itaate bağımlıdır. Önce sol ayağı atarak muntazam yürüyüşe geçmenin, savaşları kazanmakla hiçbir ilgisi yoktur. Ancak bu, askerleri sorgusuz sualsiz itaate koşullandırmaya yarar. Ve böylece askerler, sorgusuz sualsiz ölüme giderler.
Yirminci yüzyılın sözde enformasyon toplumu, belki de önceki yüzyılların tüm toplumlarından daha zayıf bir belleğe ve tarih bilgisine sahip. Sansür ya da bilgi manipülasyonu yüzünden değil, işittiklerimizi, gördüklerimizi Ve okuduklarımızı seçmemize izin vermeyen bir haber bombardımanıyla karşı karşıya bırakıldığımız için. O kadar çok haber var ki günlük yaşamımızda, adeta arka planda bir gürültü halini alıyor haberler. Tıpkı hızlı besin, hızlı seks, hızlı kültür gibi, hızlı haber de totaliter nitelikte. Çünkü insanları artık ayrım yapamayan duyarsız bir toplum olmaya yöneltiyor.
Kendi günlük yaşamlarımız da, kolektif cinneti nasıl savunduğumuzu gösteren basit örneklerle dolu. Hızlı, daha hızlı arabalar imal etmek ve satın almak için milyarlar harcarken, bir yandan da hız limitini denetlemeye ve azaltmaya çalışıyoruz. Yeryüzünde yaşayabileceğimiz bir sürü yer olduğu halde o kadar sıkışıp kaldık ki, ne zaman yürüyüp ne zaman duracağımızı gösteren ışıklara muhtacız.
Nietzsche'nin bir kitabını, Van Gogh'un bir tablosunu ya da Dostoyevski'nin sara nöbetlerinin inceliklerini saatlerce tartışabildiğimiz halde, bir deliyle çok kısa bir süre birlikte kaldığımızda dahi son derece tedirgin oluruz. Bir an bile yeter. Beklenmedik şeylerden korkarız. Delilerin, beklenmedik şeyler yapmaları beklenir. Bizler ise, beklenmedik şeyler karşısında ne yapacağımızı bilemeyiz. Tüm mesleki, toplumsal ve cinsel ilişkilerimizde, her şeyi önceden bilmek ve denetlemekten hoşlanırız. Gerçekten denetleyemediğimiz tek şey olan düşlerimizi de ya unutur ya da bastırırız. Delilerle ya da delirmiş gibi davranan herhangi bir insanla birlikte olduğumuzda da, bize fiziki bir zarar gelmesinden değil de, beklenmeyenden korkarız daha çok. Karşımızdaki kişi üstünü başını parçalayabilir, bir çocuk şarkısı söylemeye koyulabilir, bilmece gibi konuşmaya başlayabilir, öylece suspus oturabilir, kardeşçe bir sevecenlik gösterebilir ya da cinsel imâlarda bulunabilir. Bunlardan herhangi birini yapabileceği gibi, hiçbirini de yapmayabilir. Ama daima tetikte olan bizler, ondan korkarız. Onun yapılandırılmamış, özgür, belirsiz davranışları, bizler için, nasıl başa çıkacağımızı bilmediğimiz bir durum yaratır. Bu, denetleyebileceğimiz bir durum değildir. Denetleme gereksinimi hepimizin içindeki totalitarizmin bir belirtisidir tabiî. Tümüyle özgür, yapılandırılmamış durumlar bizi rahatsız eder. Tıpkı sessizlik gibi. Delilerle birlikte olmak da böyledir. Önceden üzerinde anlaşmaya varılmış kurallar yoktur. Kendiliğinden ortaya çıkan davranışlar olabilir yalnızca.
Cennet totaliterdir, çünkü vatandaşlara sunulmak istenen yeryüzü cenneti, hükümetlerin kendi tasarımıdır. Bu cennetin nasıl bir şey olacağı, uzmanlar ve politikacılar tarafından kararlaştırılır. Yönetenlerin cennet kavramı onların gözünde öylesine eksiksiz, öylesine mükemmeldir ki, cehennemin sözü bile edilmez. Cennete alternatif olacak bir cehennem yoktur ortada. Hükümetlerin yanılgıya düşmüş, her şeyi doğru düşünememiş, kibirlerine yenilip günah işlemiş olmaları diye bir olasılık yoktur. Olsa olsa, siyasal partiler arasında seçim yapma şansımız vardır, sözüm ona.
967 öğeden 31 ile 45 arasındakiler gösteriliyor.