Trende kırk kırk beş yaşlarındabir kadın tüm koltuklar boşken gelip yanıma oturdu. Bavulumdaki Pency çıkarmasını gördü ve bana
"A, Pencey'de mi okuyorsunuz?"
"Evet," dedim.
"Ah, ne güzel! Belki benim oğlumu tanırsınız, o zaman. Ernest Morrow? Pencey'de okuyor."
"Evet, tanıyorum. Benim sınıfımda."
Oğlu, hiç kuşkusuz, Pencey'de okuyan en büyük namussuzdu, yani okulun tüm o rezil tarihi boyunca gördüğü en büyük namussuz.
Kitap yazarın iç dünyasının yoğun olarak anlatıldığı, sürgün olarak köye giden öğretmenin bir yıllık öğretim hayatını ve yüksek rakımda bir şehrin daha yüksek rakımındaki bir köyünde yaşadığı süreyi anlatıyor. Bir yıllık süreçte yaşam koşullarının zorluğu, köylerdeki bebek ölümlerini ve iç dünyası üzerine durup işlenmiş. Bir yılın sonunda sürgünlük hayatı sona erer. İç dünyasından bahsederken hisleri duyguları bir denizci metaforu ile anlatılıyor hatta bu metafor bazen sıkıcı hale geliyor. Ama genel anlamda kır yaşamını, doğa koşullarını ve istemediğin bir yerde zorunlu olarak kalmanın psikolojisini çok güzel aktarmış başarılı ve güzel bir kitap okumak isteyenlere tavsiye edilebilir
İnsanlar ölmesin demiyorum
İstediğim ölümsüzlük değil
Ne kendim, ne başkaları için İstediğim, çocuklar ölmesin
Çocukların ölümüne
dayanamıyormuşum demek
O kentlerde de insanlarla konuştum
yabancı, ama bildiğim dillerden.
(Sen benden, ben senden olduğum halde, garip, yüzyıllar boyu hiç öğrenememişiz birbirimizin dilini.)
Sevmek yarım kalan bir kitaba devam etmek gibi bir şey değildi. Hiç sevmemişsen bu güne kadar bir kitaba yeniden başlamak gibi sevmeye yeniden başlayamazsın.
Şiir yazdım bunca senedir,
Ne buldum?
Eşkıyalık edeceğim bundan sonra.
Haberi olsun yol kesenlerin:
Iş yok artık kendilerine
Dağ başlarında
Mademki ekmeklerini alıyorum
Ellerinden,
Buyursunlar onlar da benim yerime.
Münhal var edebiyat âleminde.