Ya atlayacaksın denize, dalgaları filan unutup sen de bir katre olacaksın onun içinde. Ya da kıyıda durup bekleyeceksin.
Dalgaların kıyıya vurup parçalanmasını seyreyleyeceksin. O zaman da onlar birer katre olacak gözlerinin önünde.
"Birisi bizde sevmediğimiz arzular uyandırırsa, onu sevmeyiz. Ama gene de, illa ki onu arzulamaya devam ediyorsak, o zaman onda sevecek şeyler bulmaya çalışırız."
Başkalarının özrüyle
alay edilmeyeceğini kim söylemiş? Ellerimizde zıpkınlar, gözlerimizde su geçirmez gözlüklerle balıklama dalıp kusurlar-kabahatler
gafletler denizinin yedi kat dibine, avladığımız her özrü karaya çıkarıp uzun uzun inceler, didiklerdik lime lime. Bazen bununla da yetinmez, ahtapot yakalamış kalamar tutkunlarına has bir iştahla havaya kaldırdığımız avımızı, o kayadan bu kayaya çarpardık saatlerce. Gerçi eninde sonunda kimsenin kurtulduğu yoktu dilimizden ama kimileri daha çok alıyordu nasibini vızır vızır yağan genellemelerimizden.
İnsan bekârken bir-ev-içindeki eşyalar-içinde yaşıyor; mazisi, hikâyesi, kişisel önemi, sembolik değeri olan, kendine ait eşyalar içinde. Evlendiğinde, eşyalar-içindeki-bir-ev-içinde yaşamaya başlıyor; maziden ziyade gelecek, anılardan ziyade beklentiler üzerine kurulu, neyin ne kadarının kendine ait olduğu şaibeli bir ev içinde. Boşanmak ise, giden mi yoksa kalan mı olduğunuza bağlı olarak, ya eşyasız evler, ya da evsiz eşyalar içine konmak, silbaştan konaklamak demek.
Her ay karneyle verilmeliydi insanlara kelimeler. Herkes, ağzından çıkan sözlerin, tıpkı
içtiği su, işlediği toprak gibi kıt kaynaklardan olduğunu, konuştukça sınırlı payından tükettiğini bilmeliydi.