Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Büşra Şen

Yalnızdı; herkesin, her sabah, her rüyadan sonra olduğu kadar yalnız.
Reklam
Djuna gerçek arzularının ne olduğuna henüz karar verememişti; insanları ne kadar yaklaştırmak istediğine de. Görünüşte onları çağırıyordu, ama fazla yaklaşmaları, onu ele geçirmeleri, ona hükmetmeleri ya da sahip olmaları konusun­daki karmaşık duyguları, korkuları yüzünden, oldukça temkinli bir seslenişti bu: içindeki insanı, o yalın, sıcak canlıyı işgalden koruyacak biçimde, dikkatle. İnsanları çekecek, cazip bir sahne hazırlarken, bir yandan da her türlü işgale karşı gizli, sinsi bir duvar örmekteydi.
Ama bir şey keşfetti: Ağlarken aynaya bakarsa, gözyaşları kesiliveriyordu . O artık onun ağlayışı olmuyordu . Bir başkasının gözyaşlarıydı. Bundan böyle bir güce sahipti: İster sevinç olsun isterse hüzün, ne zaman bir duygu onu ele geçirse, Djuna onu bir aynanın karşısına dikiyor, kendisinden ayırıyordu. Böylece, kedere bile hükmetmenin bir yolu bulunduğunu anladı.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Ben düşen bir dansçıyım; bunalım tuzaklarına yakalanan, yüreğini de vücudunu da her dönüşte sakatlayan, temposunu, hafifliğini kaybeden, grupların, müziğin, kusursuzluğun dışına düşen.
İçimde kırılmış bir şey var. Ben başkaları kadar kolay dans edemem, yaşayamam, sevemem. Birlikte yolculuğa çıkarsak, bir yerlerde düşüp sakatlanacağım kesin. Çünkü bu içsel kırık görünmediği gibi, diğerleri için inandırıcı da değil. Herkesin görebileceği, anlayabileceği bir yerimi kırmadan huzura ermeyeceğim.
Reklam
Dış dünyada, değiştirmeye gücünün yetmediği gizemli, dışsal felaketlere boyun eğmiş bir kadındı; iç dünyasında ise, kimsenin uzanamayacağı kadar derinlere sayısız tünel kazmış, yok olmaktan kurtardığı hazinelerini oraya gömmüş ve orada, tanıdığı dünyanın tam da zıddını inşa etmiş bir kadın.
Çavdar küfü gibi onlara anlık bir unutuş sağlayan sarsıcı bir hummaya alıyorlar ruhlarını. Böyle iki kişi dans etmek bir bütüne katılıyor olma izlenimini veriyor. Kişisel utançlarıyla daha az yalnız hissediyorlar ansızın kendilerini.
"Dans etmek bir çığlığı susturmak mı?"
“Büsbütün başka bir şeydir aşk,” diyordu. “Gönlün vefalı bir şefkati vardır, bir tatlılığı, bir özleyişi vardır... Siz daha anlayamazsınız bunları.”
Bilmezdim hüznü, ama iç sıkıntısını, kederi bilirdim, yürek karasını da duyduğum olmuştu. Şimdi ipek kumaş gibi bir şey sarıyor beni, sinirlendiriyor, bir hoşluk veriyor, ayırıyor ötekilerden.
Reklam
"Aşık mıyım? — Evet, beklediğime göre." Öteki hiç mi hiç beklemez. Bazı bazı beklemeyen kişiyi oynamak isterim; başka bir yerde oyalanmayı, geç gelmeyi denerim; ama her za- man yenilirim bu oyunda: ne yaparsam yapayım, boşuna, tam zamanında, hatta saatinden önce, orada olurum. Aşığın kaçınılmaz kimliği yalnızca budur: ben bekleyenim.
Sevdiğim ve beni büyüleyen öteki atopos'tur. Onu sınıflandıramam, çünkü Tek'tir o, mucizemsi bir biçimde gelip arzumun özgüllüğünü karşılamış olan tekil İmge'dir. Gerçeğimin betisidir, hiçbir kalıba (kalıplar başkalarının gerçeğidir) sığmaz.
Tapılası olan tapılasıdır. Ya da, sana tapıyorum, çünkü tapılasısm, seni seviyorum, çünkü seni seviyorum. Böylece, aşk dilini kapatan şey, onu kurmuş olan şeyin ta kendisidir: büyülenme. Çünkü büyülenmeyi betimlemek, sonuçta, hiç- bir zaman şu sözceden öteye gidemez: "büyülendim".
Ötekinin yokluğu başımı suyun içinde tutuyor; yavaş yavaş, boğuluyorum, havam azalıyor: bu boğulmayla "gerçeğimi" yeniden kuruyor ve aşkın Başaçıkılmazlığı'nı hazırlıyorum.
Aşkta uzaktalık yalnızca bir yönde işler, ancak kalan kişiden yola çıkılarak dile getirilir — giden kişiden değil: hep burada olan ben, ancak serim, sürekli uzakta bulunanın karşısında kurulur. Uzaklığı söylemek, öznenin yerinin ötekinin yeriyle değişemeyeceğini kesinlemektir, "Sevdiğim kadar sevilmiyorum," demektir.
232 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.