Gönüldene cennet ü ne duzah
Ne zevka ferah ne hüzne aveh Mevcurmada bim ü ye's ü hayret
Yok anda teessüfe liyakat
Nabud cihandan ilticası
Yok mevtden özge bir recası
Mevt ise ümid-i vasla mani'
Derdine değil şerab-ı nafi'
Bilmez ne deva tahayyül etsün
Pay olmayıcak ne ri i ha gitsün
Mahmur idi şerbet-! kazadan
Dil-gir idi yad ü aşnadan
Gayret nazarında düşmen-! can
Gelmez diline ümid-i canan
Nevmid idi vasl-ı dil-rübadan
Ummazdı necatı ol beladan
Tevfir içün ol gam-ı nihane
Eylerdi bu beyt ile terane
Hecrinle ciğer-kebab ey dust
Gel gel ki gönül harab ey dust
Gönlünde ne cennet vardı, ne cehennem. Ne zevk ten ferahlıyordu, ne hüzünden hayıf l anıyor, eyvah diyordu.
Korku ve yeis dalgalanmadaydı ama, onda hayıf l anmıya bile takat yoktu, Cihandan kaçıp sığınacak yeri yoktu; ölümden başka bir ümidi de kalmamıştı.
Ölümse kavuşmak ümidine engeldi; derdine şifa verecek, fayda edecek bir şarap değildi ölüm.
Ne çeşit bir ilaç kullanacağını hayaline bile getirmezdi;
ayak olmayınca hangi yola gidecek; nasıl yol alacak?
1930. Kaza ve kader şerbetinden sarhoş olmuştu; yaban cıya karşı da gönlü kırıktı, bildiğe karşı da.
Gayret bile gözüne can düşmanı görünüyordu; gönlüne, sevgiliye kavuşmak ümidi bile gelmiyordu.
Gönlünü kapan sevgiliyle kavuşmaktan ümit kesmişti; o beladan kurtulmayı ummuyordu.
O gizli gamı çoğaltmak için bu beyitle nağmeler düzü yordu:
Ayrılığınla ciğerim kebab oldu ey dost; gel, gel ki gönül yıkıldı gitti ey dost.