Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

HALÎME ALTUĞ

HALÎME ALTUĞ
@E0M0L0I0H0A
KİTAPLARIN EKSENİ ETRAFINDA GÜNÜN VE ÖMRÜN DÖNÜŞÜNÜ TAMAMLAMAYA ÇALIŞAN, GEZGİN GEZEGEN OLMAYA ARZULU BİR OKUR...
GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT BÖLÜMÜ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ LİSANS MEZUNU
GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ İLÂHİYAT BÖLÜMÜ LİSANS MEZUNU
ŞANLIURFA - CEYLANPINAR
ŞANLIURFA - CEYLANPINAR, 7 Kasım
66 okur puanı
Temmuz 2017 tarihinde katıldı
Pi, yılan olan S’ye yaklandı. Pislendi. Sıfırlandı. Hiçlendi. Sayılar sızlandı. Bir, iki, üç derken ebeleri tepelerine evrildi. Penguenler alınları açık, başları dik Neden bir kez sevişirler senede Dedi. Öyleyse. Çiftler pistte dans etsin. Tekler pi-ste. Ve ekledi. Uçuşsunlar zina böcekleri Kedilere nispet Veledler pi-s pi-s diye çağrılsın. Ayaklarında pi-sin çiftler bir yastıkta kocasın. Son arzum: There are about 3, 14 mistakes in my essay. Can you find them?
Reklam
Modern Dünya’nın bütün çabası 1’den Tanrı’yı çıkarıp sıfırı elde etmektedir. Buna virgülü ekleyip dünyayı hiç’e dönüştürmek ve nihayetinde zamanın en pis sayısını elde etmektir. Sonu gelmez bir riyâkârâne ile yaprak kıvrımlarında bulunan ve leylî bedirde haşmetle gülümseyen som altından çizgilerdeki, dağların eteklerinde kirpiksiz gözlerle bakan hayvanların sırtlarındaki, gökyüzünde süzülen kuşların kanatlarında taşıdıkları mektûm mektuplardaki, ırmakların akışında cankurtaran sandalı gibi gezinen o âlempesend düzendeki bütün birleri, kılıç şakırtıları eşliğinde ateşbâz müzâyede ile Tanrı’dan soyutlamaktır. Ne yazık ki bu çabanın pusulasının hedefi, modern zamanın sıfır noktasında seyre dalmış olan kıyamettir.
Bizler; ikizler, cüceler, prensler, prensesler, krallari kraliçeler hepimiz dünya için yazılmış senaryonun noktalama işaretlerine taçlar giydiriyoruz. Kendisinden küçük olan bizler; senaryoda yer alan bütün ünlemlerin, soru işaretlerinin, noktalı virgüllerin noktalarında serzenişkâr bir halde seğirten ateşten kuleleri çeşm-i mest ile görmezden gelip aşk-ı cismanî ile ânı yaşıyor, mümkün olduğunca gelceğe güvenmiyoruz.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Arşimet’in, suyun kaldırma kuvvetini temizlenirken bulması dikkat çekicidir. Ayrıca Pi sayısının belirlenmesine yaptığı katkılar da görmezden gelinemez. Ben yaşamın kaldırma kuvvetini merak ettiğimden beynime dolan seyyâl nefretlerin, saçmalıkların ve düzensiz sonu gelmez soruların ne kadarını yaşamın kaldırabileceğini bulmak için ışıklı bulvarlarda, yağmur altında uzun uzun yürürüm. Bu yürüyüşlerde Neyzen Tevfik’in Hiçin Azab-ı Mukaddesi’ni dinlemek, beni neyin üçüncü deliğinde on dörtlük tabanca mermisine nazır bekletir. Ancak hiçbir kuvvet benimle karşılaşmaya yeltenemez. Temizlenirim, sırılsıklam su içinde düşünürüm ancak sıfır virgül hiçten öteye geçemem. Evraka diye çığlık attığım da duyulmamıştır. İşte yaşam ve ölüm arasındaki ince notanın gizemi hiçin azab-ı mukaddesinin remixinde gizlidir. Bu remixte, hayat bizleri o müz’icâne haline dâhil eder ve derin sularında bize türbülanslar sunar.
Ebegümecigillerden olan, koza durumundaki meyvesi üç, dört veya beş dilim halinde açılan, büyümesi sırasında bol su isteyen, otsu veya odunsu tropikal bir bitki olan pamuğun, tohumlarının etrafını kaplayan tellerin işlenerek hidrofil hale getirilmiş olanı, her gün moda markalarını sırtlarına geçirerek sahnenin başından sonuna, sonundan başına volta atan bazı top modellerin değerli bir besin kaynağıdır. Onlar bir deri bir kemik olarak formda kalabilmek için, her gün hidrofil pamuğunu sodaya bandırıp yerler. Hindistan’daki fareleri ve inekleri beslemekten daha ucuz bir yol olduğu için, moda dünyası ve müşterileri idollerini bu şekilde beslemekten geri durmazlar. Onlara pamuktan elbiseler ve pamuk elması misali pamuktan besinler sunarlar. Benim esas korkum bu modellerden en az birinin Sebze ve Meyveleri Koruma Derneği diye bir dernek kurma potansiyeline sahip olduğudur. Bütün saçmalıkların kol gibi gezdiği ve bu şakalara inanmayanların cezalandırıldığı bir dünyada, doğrusu böyle bir hadisenin bir gün vuku bulabileceğine inanırım. Bir gün içlerinden birinin Paris Greve Meydanı’nda ya da New York Times Square’de, ‘’Hıyar salatasına hayır!Yaşasın Beyaz Hidrofil Kabakları!’’ diye bağırabileceğini dahi düşünürüm. Herhalde o zaman bana, dünyanın neredeyse yarısının, oyuncak gibi tatsız tuzsuz sera bitkileriyle beslendi(rildi)ği düşüncesiyle Sebze ve Meyvelerin Namusunu Koruma Derneği adıyla bir dernek kurma fırsatı da doğmuş olur. Böylece Ebegümecigillerden Pamuğun yarasına tuz basanların, kanayan aklına bir pamuk olurum. Pamuk tarlalarında çalışan işçilerin yüzü suyu hürmetine sûretim yeşile boyanır, ümidim allanır.
Reklam
İnfilak Kurbanları (Hibakusha), Ufak Oğlan(Little Boy) ve Şişman Oğlan(Fat Man. Ufak oğlan diye anılan atom bombası, 6 Ağustos 1945 tarihinde Hiroşima şehrini yerle bir ettiğinde babam 17 yaşındaydı ve Tüm köyünün zengin bir ailesinin çobanıydı. Şişman Adam adlı atom bombası 9 Ağustos 1945 tarihinde Nagasaki şehrini darmadağın edip on binlerce insanı katlettiğinde, babam muhtemlen yine dağda veya çayırda bir yerde köyün zengininin hayvanlarını otlatıyordu. Her gün ekmek parası için Yazılıbecer köyünden Tüm’e varırdı. İlk eşi beşinci çocuğunu dünyaya getirirken çocuğuyla beraber yaşamını yitirdikten bir müddet sonra, koyunlarını otlattığı bu zengin ailenin kendisinden yaklaşık on beş yaş küçük olan ortanca kızıyla ikinci evliliğini yaptı. Ben babamın ikinci eşinin dünyaya getirdiği on birinci ufak evladı ve hayatta kalan yedinci çocuğuyum. Benim yüzümden on binlerce insan ölmedi, bilakis ben on binlerce insanın yüzünden öldüm. İnfilak kurbanlarına dâhil oldum. Makineleşmek şöyle dursun, babamın şehre yerleştikten sonra sattığı çakmak taşlarına bile aldırmadım. Hele çakmaklara doldurduğu gaza hiç aldırmadım. Babamın tüm bunlardan habersiz bu diyardan göç edeli yıllar oldu. Ben yine de fareler hariç hiç kimseyi öldürmedim.
Adolf Hitler’in vejetaryen olduğu bilinir hatta Almanya’da hayvanları koruma kanununun onu isteğiyle çıkartıldığı da. 20. yüzyılın en büyük dram yazarı, absürt tiyatro muharriri Eugene Ionesco’ya bir öğrenci, ‘’Seyirciler, bir tiyatro yazarı olarak size ne anlam ifade ediyoe?’’ diye sormuş. O da ‘’Le puplic c’est moi!’’ yani ‘’Seyirci benim!’’ diye cevap vermiş. Hitler’i görseydim ona, ‘’Milyonlarca insanın ölümünün müsebbibi olarak bir hayvan size ne anlam ifade ediyor?’’ diye sorardım, muhtemelen o da, ‘’Ich bin das Tier!’’ yani, ‘’Hayvan benim!’’ diye cevap verirdi. İşte ben Hindistan’dan kaçıp bizim köye sığınan fareleri bu yüzden katlettim. Evvela sağ elimdeki uzun ve kalın sopayı Hitler selamı gibi havaya kaldırdım, sonra içlerinden biri Hitler’in ruhunu taşıyor olabilir diye o selamı beyinlerine indirdim. Sanırım görmek istediğimiz şeyler, her yerde yerçekiminin o inanılmaz hafifliğiyle karşımıza dikiliyor. Sayılar, işaretler, sıfırlar, virgüller, hiçler, pi-slikler, şakalar, absürtler her yerde yerin bitmek tükenmek bilmeyen yerçekimine maruz kalıyor. Bu çekim kuvveti, Tüm’den gelen benim, Tüm’e tekrar varamamam için elinden geleni yapıyor. Beni cehennemin yedinci katına çekebilmek için önüme güzel elmalar düşürüyor. Cehennem, şeytanlarıyla beraber seyahat ediyor, şeytan nereye giderse orayı cehenneme çeviriyor. Yer cehennemi çekiyor ve cehennemdeki yerçekimi Sisifos’un yuvarladığı kayayı hep seviyor. Ve Goethe’nin Mephistopheles’ine Marlowe’un Doktor Faustus’u şöyle soruyor: ‘’ Wyh, this is hell, no ram I out of it.’’
Newton’un kafasına düşen elmayla Âdem’in yiyerek zehirlendiği elma aynı olmasa gerek. Ancak buna rağmen zihnimi kurcalayan şey elmanın sahip olduğu rollerin benzerliği. Newton’un başına düşen elmayı yer çekmişti. Âdem’in yediği elmaysa onu cennetten çekip çıkarmıştı. Elma, Âdem’in yeryüzüne çekilmesini sağladı. Yerçekiminin kâdim dostu elmadır. Ancak bizleri elma değil ölüm güzelleştirir; öyleyse yer çekiminin en kâdim dostu ölümdür. Ölüm, elma deseniz de çıkar gelir sizi bulur, armut deseniz de. Canın terk ettiği bedeni terk eder. Onu kolları altında saklar. Yer ölü bedenleri yer, çiğner ve yutarak da dibine çeker. Sonra dokuz asırda, toprağın kilometrelerce altında petrol ceninleri doğurur. Dünya’ya posa getirir. Ve tuhaftır ki bütün dünya bu posa için savaşır.
Fiziğin içinden çıkamadığı bir sorun da ‘’Türbülans’’ hadisesidir. Fizikçiler bu istenmeyen şeyi engelleyebilmek için hâlâ çaba sarf ediyorlar. Esas sorun, bir nehrin sularının ya da herhangi bir akışkanın nasıl öylesine düzensiz aktığıdır; bunun formülünün ne olduğudur. Türbülansı görmek o kadar kolayken bu durumu açıklığa kavuşturmak çok ama çok zordur. Matematikte ise bir irrasyonel sayı olan Pi’nin, değerinin tam olarak kaç olduğu gizemini hâlâ korumaktadır. Matematik, bu işin içinden çıkamamaktadır. Bütün meçhuller, fikirlerin mezarlığıdır. Herkes bir şey söyler. Teoriler ileri sürer. Benim içinden çıkamadığım şeyse nasıl olup da akışkan olan bu yaşamın bazen türbülans (burgaç) bazense anti türbülans bir havaya bürünerek insanı boşluğa düşürebildiğidir. İçinden çıkamadığım bir diğer şeyse, nasıl virgül hiçin yani rasyonel bir sayı olan pi-s’in hayatımızda sabit ve kesin bir değer(sizliğ)e sahip olduğudur. Yıllar geçtikçe, hayatında üstel bir şekilde artan hiçin baskısını hisseden bireyin, sıfırdan sonra gelen virgülün kancasında kendini nasıl katledebildiğidir. Kendini hiçe nasıl teslim edebildiğidir. Virgülün kancasıyla katlonulup hiçin ç’sinin kancasında elâleme karşı nasıl sergilendiğidir.
Hindistan’da farelere ve sıçanlara tapan yüz binlerce, ineklere tapan milyonlarca insan var. Bunlar, Hintlilerin taptıkları hayvanlardan sadece ikisi. Farelerin ya da sıçanların, gelecekte doğacak kutsal ruhları veya vefat etmiş kutsal ruhları taşıdıklarına inanıyorlar. Bu sıçanları muazzam bir mabede muhafaza ediyorlar. Onları özel yemeklerle besleyip doyuruyorlar. Sonra sıçanların pisliğini ve onların salyalarıyla ıslanmış artık ekmekleri yiyip mutlu oluyorlar. Çocukken, kendi köyümde belki de o mabeddeki sefil insanlardan kaçıp bizim köye sığınmış sıçanlardan çok gördüm ve onlardan en az bir düzinesini kalın, uzun bir değnekle katlettim. Ne yazık ki gelecekte dünyaya gelebilecek kutsal ruhlardan bir kısmının bizzat katiliyim. Farelerin küçük gövdelerinde yaşayan ruhların kırmızı kanını akıttım. Hayatıma renk kattım. Kırmızı, öfkenin rengi derler. Ben bir renk körü olarak bu öfkeyi hep ümidin rengi olan yeşille karıştırırım. Öfkesiz yani ümitsiz yaşayamam.
Reklam
Benim köyümün ismi ‘’Tüm’’ diye anılır. Ben Tüm’den geldim ve bütün çabam Tüm’e varmaya yöneliktir. Köyümdeki insanları anlayabilirsem cennetin üçüncü katında kök salmış muazzam ağaçların dallarında gülümseyen portakalları süsleyen hûrîleri de anlayabileceğim. Anlayamazsam, bu dünyanın en alt katından cehennemin yedinci katına tepesi üstü düşeceğim.
Wittgenstein’a, yazılarında neden çok fazla virgül kullandığı sorulduğunda insanların yavaş yavaş okuyup metni daha iyi anlayabilmeleri için özellikle böyle yaptığını söylemiş. Öylese virgül(,,,).
Avrupa’nın bazı ülkelerinde, posta kutularının üzerinde ‘’Kendimi boş hissediyorum’’ levhası asılıdır. Kutulara ne kadar zarf atarsanız atın bu yazı oradan inmez. Kutu kendini hep boş hisseder. İşte göre(bile)n, işite(bile)n, konuşa(bile)n insanın boynunda da buna benzer bir levha asılıdır. Bu levhada ‘’tabula rasa’’ yazılıdır. John Locke’un
Yeryüzünde yaşayan bütün insanlar dünyaya cüce olarak gelmiş olsalardı geldikleri yere hemen geri dönmeleri gerekirdi. Böyle olsaydı, hayatın uzun ve yorucu gövdesine hiçbir şekilde tutunamazlardı. Bu koca dünyanın içinde yitip giderlerdi. Herkes dev olup kendini kurtarmaya bakar, devler aynasında boy göstermek için savaşırdı. Milyarlarca cücenin milyonlarca prense ve prensese ihtiyacı olurdu. Devleşenler kral ya da kraliçe olup dünyaya tek yumurta prensleri ve tek yumurta prensesleri getirirdi.
Şu anda yeryüzünde yaşayan bütün insanlar tek yumurta ikizi olarak gelmiş olsalardı yalnızlıkları ikiye katlanırdı. Tek yumurtaya iki ölüm sığmış olacağından, zor olan beraber doğmak değil ayrı ayrı ölmek olurdu. Ancak tek yumurta ikizi olma durumunun istisnaî olması bu durumu tersine çevirebilir. Tek yumurta ikizlerinin bir bireyi kendini bu teşekkülün diğer bireyiyle avutabilir. Onunla hayatını paylaşabilir. Ona sırtını yaslayabilir. Ancak bu durum dahi ayrı ayrı ölümü engelleyemez. Onlar bir istisnayı paylaşmış olsalar da, ölüm istisnadan hoşlanmaz. Tek mezar, ikizleri kabul etmez. Mezarlar, kendi üzerlerinde yaşayan böceklerin yumurtalarıyla karınlarını doyururlar. Böceklerse mezar kaçkınlarıyla oyalanırlar. Mezargâh, dünyanın en güzel kadınının çehresinde ufak bir leke gibi durur. En güzel sağırlar mezarlardır. Onlar absürdün en yalancı şahitleridir. Sıfırın noktalandığı yerlerdir. Hiçin virgülden sonraki halleridir. Sayıların sırlarıdır.
244 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.