Adı Selâhaddin idi. Ancak kendisini hep Antiochialı Seli olarak tanıtırdı, yani Antakyalı Seli. Başlangıçta, ailesi hakkında bildiğim tek şey, Antakya’daki babasının 30 yıl sigara içtikten sonra bir suçtan dolayı girdiği hapishanede sigarayı bıraktığıydı. Kendisi de yıllar evvel Antakya’dan çıkıp Salzburg’a yerleşmişti. Onunla Salzburg’un minaresiz bir camisinde tanıştık. Oradaki küçük bir odayı kiralamış, odaya berber için gerekli alet ve edevatı koymuştu. Oda, dört metrekarelik bir mekândı. Şehir içindeki berberler çok pahalı olduğundan, tıraş olmak için adı olmayan bu berbere giderdik. Tıraş ederken yanık sesiyle Arapça, Türkçe şarkılar söylerdi. Tıraş bittiğindeyse bir berberin de sanatkâr olabileceğine inanırdık. Muazzam bir berber idi.