"Keşke kalbim olmasaydı, çok acıyor," diye iç çekti Meg, kısa bir suskunluktan sonra.
"Yaşam hep böyle zor olacaksa, onunla nasıl baş edebileceğimizi bilmiyorum," diye ekledi kardeşi umutsuzca.
Laurie umut dolu bir sesle konuşmaya başladı: "Beth'in öleceğini hiç sanmıyorum; o çok iyi biri ve hepimiz onu o kadar çok seviyoruz ki Tanrı'nın şimdilik onu bizden alacağına inanıyorum."
"İyiler hep erken ölür," diye inledi Jo...
Büyük denen kişi, özgürlüğü elinden alınan çocuktan başka biri değildir.
Biz çocukluğu kazasız belasız atlatılması gereken bir dönem olarak görürüz. İstanbul sokaklarında çöp toplayan kamyona sesini çıkarmadan kamyonun arkasından bekleyen sürücüler, aynı sabrı öğrenci servislerine göstermiyorlar. Bir çöp kadar değer vermiyoruz çocuklara. Bunun en somut kanıtı da biz büyüklerin birbirimizi aşağılamak için kullandığı şu tür tanımlardır: "Senin o dediğin çocuk oyuncağı", "Çocuk olma"... Neden? Ne zararını gördük çocukluğumuzun? Bir zamanlar cebimizde paranın yerine oyuncaklarımız olduğunda daha mutlu değil miydik? Büyük denen kişi, özgürlüğü elinden alınan çocuktan başka biri değildir.
#3D Türkçe paragraftan alıntı
Beth o andan sonra adamdan korkmaktan vazgeçti, sanki onu tüm yaşamı boyunca tanıyormuş gibi rahat rahat sohbet etmeye başladı; çünkü sevgi korkuyu kovar ve minnettarlık da gururu yenebilir.
Bilinende sınırı vardır, bilmeyende sınır yoktur. İnsan aklı anlaşmazlığın engin okyanusunda barınacak bir ada sağlar. Her kuşağa düşen görev, bu okyanustaki adaya biraz daha toprak katarak büyütmektir.
– T. H. Huxley, 1887