Ama kibrin de sanıldığı kadar güçlü bir duygu olmadığı kanısındaydı. Çıkar kaygısına çabuk yenildiğini görünce anlamıştı bunu. Çıkar kaygısı ve kötücülük kibir yeniyordu. Sarsılmaz olan kötücüllüktü, bazı insanların mayasında olan şey.
Birine bir iyilik yaptıktan sonra kendini üstün hissetmenin verdiği bu doygunluk olmasa kimsenin kimseye iyilik yapacağı yoktu aslında. Merhametin özü kötücüldü, bu yüzden maraz doğuruyordu.
Hayatı küçüktü, dardı ama kendi elindeydi.
İçli dışlı olunca insanlar hayatını elinden alıyorlardı. O zamandan beri uzak durmaya çalışıyordu insanlardan.
“Ölülerimiz bize nasıl bir iyilik ettiklerini bilmiyorlar. Artık varolmadıkları gerçeği çift taraflı bir fayda sağlıyor geride kalanlara. Hem artık yaşamın içinde olmadıkları için onlara; hem de yaşantımızın içinde olmayacakları için kendimize acıyoruz.”
“İnsan ne olmazsa yaşayamaz biliyor musun?”
“Merhamet edeceği kimse yoksa yaşayamaz. Bazen hem öznesi hem nesnesi olur aynı cümlenin. Acıyacak kimsesi yoksa acınacak bir ‘ben’ yaratır.
Zaman zaman insan içine karışmayı zaruri değil ama faydalı buluyordu. İnsan olduğunu hatırlıyordu. Cehaleti yüzüne vuruluyordu. Yabancı olduğu her ne varsa yüzüne tükürülüyordu. Beşeriyet ne de iyi rol kesiyordu.