Kapalı büyüyen ve bu şekilde bütün tabii arzu ve ihtiyaçlarını içinde hapsetmeye mecbur olan genç kız, gayet tabii olarak, sinirli ve manen bozuk bir mahluktu. Anası onu gezmeye götürürken bir saat saçlarını düzeltmeye uğraştığı halde, ne anasının ne babasının aklına bu kafanın içi ile de bir parça meşgul olmak düşüncesi gelmemişti. Onlar işportaya konan bir elma gibi onu süsleyip temizlemişler, parlatmışlar, sonra yağlı bir müşteriye okutmuşlardı. Kız yetiştirmekten de gaye bu değil miydi?
"Bütün zenciler üçkâğıtçı, korkak ve tembeldir."
Çok aptalca! Bunun üstünü çizerim ama!
Kırmızı mürekkeple sayfanın kenarına "Anlamsız bir genelleme!" diye tam
da not düşecekken birden duraksıyorum. Dikkat, zenciler hakkındaki bu düşünceyi bir yerden duymamış mıydım? Peki ama nerede? Doğru ya, lokantadaki hoparlörlerden çınlamış ve neredeyse iştahımı kaçırmıştı.
Defterdeki yazıyı öylece bırakıyorum, çünkü radyoda birinin söylediği bir şeyi, hiçbir öğretmen okul defterinde çizemez. Ve okumaya devam ederken sürekli radyo dinliyorum: Fısıldıyor, uluyor, havlıyor, cıvıldıyor, tehdit ediyor... gazeteler aynısını basıyor ve çocukcağızlar da defterlerine geçiriyor.
Karayılan
Karayılan olmazdan önce
Antep köylüklerinde ırgattı.
Belki rahatsızdı, belki rahattı,
bunu düşünmeğe vakit bırakmıyordular,
yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi
ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar.