'Evet, insanlıkta inanılacak hiçbir şey kalmadı. Öyle bir insanlığın malıyız ki, değer verdiği bütün kavramlar kanla yıkanmış, barış diyerek açtığı bütün yollar kan göllerine dönüşmüş, mutluluk diye sunduğu her şeyin gölgesi ölümle damgalanmış. Ben bir sona yaklaştım. Sürüp giden bu anlamsızlığı, mantığımın içine sığdıramadığım hayatı sona erdirecek bir çözüme vardım. Beynimi ortadan kaldırmalıyım. Küçültmek, varlığını hayvanların güdülerine yetecek kadar basitleştirmek elde olsaydı bir sorun kalmayacaktı.
Artık bitirmeliyim. Şimdi size neden yazdığımı biliyorsunuz. Birbirimizi pek tanımasak da, yeryüzündeki varlığımızdan habersiz bile olsaydık, o ilk korku ve kuşkular beynimize düştüğü andan beri, birbirimizi anlıyorduk.'
'Bir yerde uzun süre kalınca oraya alışmam gibi bir tehlike vardı. Bu yüzden, ya kendime yine oyalanacak bir şeyler bulur da onlardan başımı kaldıramazsam diye çok korkuyordum.'
'Tüm yüreğimle ve ömrünün sonuna kadar sevmek istiyor yine de bir ölümlüyü sevmek istemiyorum. Birini sevmeden sevmeyi başarmak... Ruhumun en amansız en yaman ödevi bu.'
Çağımızın en ağır basan özelliği, tüm insanları bir bakıma göçmen ya da azınlık haline getirmek değil mi?
(...)
'Hepimiz çocukluğumuzdan beri hayal ettiğimiz biçimiyle kimliğimizin tehdit altında olduğu izlenimine kapılıyoruz.'
Ayrı ayrı alındığında, aidiyetlerimden her biri sayesinde hemcinslerimin büyük bir çoğunluğuyla belli bir akrabalığım var; aynı ölçütleri toplu olarak ele aldığımdaysa başka hiçbir kimlikle karşılaştırılmayacak, kendime özgü bir kimliğim oluyor.
Aidiyetlerimin her biri beni çok sayıda insana bağlıyor; buna karşın, hesaba kattığım aidiyetlerim çoğaldıkça, kimliğim de özel bir durum olarak ortaya çıkıyor.
En açık gibi görünenleri çoğu zaman en kalleşleridir. Bu sözde dostlardan biri de 'kimlik'tir. Hepimiz bu sözcüğün ne anlama geldiğini bildiğimizi sanırız ve o sinsi sinsi tersini söylemeye koyulsa da, ona güvenmeyi sürdürür dururuz.