Şu an ne mutluyum ne de mutsuz.
Sadece her şey geçip gidiyor.
Şimdiye kadar pantomim sayesinde yaşamayı sürdürdüğüm bu insan dünyasında, gerçek olduğunu düşündüğüm tek şey bu.
Sadece her şey geçip gidiyor.
Bazı adamlar vardır ki kanun ve nizam yalnız kendi düşüncelerinden ibarettir zannıyla pek cesur olurlarsa da bu zanlarının doğru olmadığını anlayınca o cesareti külliyen kaybederler.
Gazete sayfaları toplumun baktığı yer olup kamuoyunun görüşüyse ne bir müstantiğin hatırı, ne de büyük bir ailenin keyfi için gerçeklerin örtülmesine mecburiyet hissetmez.
Günahın ne anlama geldiğini bilmediğimi söyledim. Bana yalnızca suçlu olduğum söylenmişti; suçluydum, bedelini ödüyordum, daha fazlasını isteyemezlerdi.
"Eh, ne yapalım, o halde öleceğim." Başkalarından daha erken ölecektim, orası aşikardı. Ama herkesin bildiği gibi, hayat yaşamaya değmez. Aslında, doğal olarak başka kadınlar ve başka erkekler yaşamaya devam edeceklerine, üstelik bu binlerce yıl böyle sürüp gideceğine göre, ha otuz yaşında ölmüşsün ha yetmiş; bir önemi olmadığını biliyordum. Uzun lafın kısası; bu, gün gibi ortada. Ha bugün olmuş ha yirmi yıl sonra, neticede ölen yine ben olacaktım.
İnsan bilmediği konularda hep abartılı fikirlere sahip olur. Oysa tersine, her şeyin basit olduğunu kabul etmek zorundayım: Giyotin, ona doğru yürüyen insanla aynı seviyede. Bir tanıdığın yanına gidermiş gibi gidiyor insanın yanına. Bu da sinir bozucu. Platforma çıkış, göğe yükseliş, hayal gücü ikilisini ilişkilendirip buna tutunabilirdi. Oysa giyotin bu hayali de her şeyi olduğu gibi ezip geçiyordu: İnsan gizli saklı, biraz utanç ve çokça da isabetle öldürülüyordu.
Günlerin nasıl hem uzun hem bu kadar kısa olabildiğini anlamamıştım. Yaşaması uzundu elbette, fakat o kadar genişlemişlerdi ki sonunda iç içe geçiyorlardı. Adlarını yitiriyorlardı. Benim için içi boşalmadan anlamını koruyan yalnız dün ve yarın sözcükleriydi.
"Söyleyecek fazla bir şeyim hiçbir zaman olmadı. Ben de sustum," diye karşılık verdim. Sorgu yargıcı ilk seferinde olduğu gibi gülümsedi, bundan daha iyi bir sebep olamayacağını kabul etti ve, "Zaten bunun da hiçbir önemi yok," diye ekledi.
O gün üzülüp üzülmediğimi sordu. Bu soru beni çok şaşırttı, böyle bir soru soracak olsam ben de çok rahatsız olurdum herhalde. Yine de duygularımı çözümleme alışkanlığını bir miktar kaybettiğimi, dolayısıyla bu konuda onu aydınlatmanın bana güç geldiğini söyledim. Anneyi elbette çok severdim ama bu bir şey ifade etmiyordu. Bütün sağlıklı insanlar sevdiklerinin ölmesini az çok istemişlerdir.
Bunun benim suçum olmadığını söylemek istedim ama vazgeçtim çünkü bunu daha önce patrona söylediğimi anımsadım. Zaten bir anlamı da yoktu bunun. Ne de olsa insan her zaman biraz suçludur.
Gülmeyin canım, gülmeyin -
benim de bir idealim var; bir
köpek olmak, kudurmak, ve
herkesi ısırmak istiyorum. Bu
çirkin adamı da kolunu bir tasma
gibi boynumda tutuyor diye
yanıma aldım. Onu mu? Onu da
ısırıyorum ama pek anlamıyor.
Doğduğumda da böyle miydim
bilemiyorum. "Böyle"nin ne
anlama geldiğini de bilmiyorum;
ama, ne öyleyim ne
Durmadan ölüyorum yaşayabilmek için - belki de bütün psikanalizi tersine çevirmek gerek; yaşamın saçmalığı rüyalarınkinden kat kat fazla, ve zamanın hızı, tehlike getiriyor, başka değil. Bunca ses arasında duyulan, bir tehlike sireninin sesi; şu, herkes için çalan... Bir yerden gelip bir yere gitmemek, asıl asılsızlık bu. Kendim hariç her şeye uzağım, ve çok kişiyi öldürdüm; kafam, cinayetlerle dolu.
Tüketmek gerek anlamları - ama üretmek ve tüketmek... Yok etmek - ama var edip sonra yok etmek... Güneşi suçluyorum -söndürmek gerek şu boş yangını.
Bana en uzak yerlerdeyim çoğu zaman -sonsuz yaşamın içindeki düzelmeyen kambur... Benim gökyüzüm delinmedi; delinen, anlar ve zihnimin saydamlığı.
En canınızdan bezip "Benden bu kadar," dediğiniz anlarda, bir oyunbozan çıkar ortaya. Kendinizi yok etmeyi, en azından yok saymayı düşündüğünüz bir anda, birisi bir kahve ısmarlayıverir; ve bir kahveye fit olup, yaşama devam etmeye karar verirsiniz. Değişen bir şey de yoktur tabii -ve bu kimse yeni biri de değildir. Bu, iyi niyetli olduğu sanılan, o anda yaptığının farkında olmayan insanlar yüzünden yüzlerce intihar önlenir; yüzlerce kopuk yaşam, çürük de olsa yaşamınızın rengine uymayan renkte iplikle dikilir. Önüne bakıp da renk farkını gören, daha fazla dayanamaz; ama nasılsa bu pek sık rastlanan bir şey değildir.
Yaşama hoyratça davranmaya alışkınım; çünkü bozuk para gibidir. Edepsizce değil ama, yine de harcamak gerekir; yoksa, tedavülden kalkabilir. Gerçi hiçbir zaman bu yaşadığım an kullanabileceğim param olmadı; ya zaman geçersizdi, ya param -belki de ben... (Aslında bunun yanıtını biliyorum.) Bu nedenle, sahip olduğum şeyleri parayla değil de, başka; bana ait olmayan bir zamandan çekip almışım gibi gelir. Sahip olduğuma, satın alabildiğime inandığım hiçbir şeyim yoktur. Uzatmak, eşyanın ve başka nesnelerin zamanının bana yaklaşmasını beklemek isterim. Bir yandan da, işe yaramaz ne kadar şey var, almaktan çekinmem -nasıl olsa benim değildirler... Zaten benim olmayan her şeyi alsalardı elimden, ne kalırdı geriye? Ayrıca, eğilip almam da demiyorum; ama, eğildiğimde başıma gelebilecek başka şeyler de var. Ahlakçılık yaptığımdan değil ama, o kadarı da eksik kalsın.