Onlar bütün vaktimi nasıl geçirdiğimi bilmek istiyorlar. Bazen sadece oturup düşündüğümü söylüyorum. Fakat ne düşündüğümü anlatmıyorum. Onları kızdırıyorum. Bazen de başımı böyle yukarı kaldırıp, yağmur tanelerinin ağzımın içine düşmesinden hoşlandığımı anlatıyorum. Aynı şarap tadı var. Sen hiç denedin mi?”
Yani ruhunu tanıyorum. Aramızda bir şeyler var... Ah , aptal Nihat!... beni bir gün deli edecek... 'Sen onu belki çocukken gördün , zihninde bir hatırası kaldı... onu büyütüyorsun' diyordu. Yalan... Bu öyle bir çocukluk hatırası falan değil ... Fakat bir kere işi bu hale soktu. Böyle bir ihtimali ortaya attı. Imkanı yok kendimi kurtaramıyorum. Insanlar hadiseleri basitleştirmeye bayağılaştırmaya ne kadar meraklı... Bütün hayallerimi bir aptalca laf berbat ediyor...
Hiçbirinizi anlamıyorum. Verecek cevap da bulamıyorum. Fakat yanılmadığıma eminim: Bizi istemediklerimizi yapmaya çeken bir kuvvet var , bu muhakkak. Bizim daha başka , daha iyi olmamız lazım... Bu da muhakkak... bunu nasıl birleştirmeli , bunu bilmiyorum
İnsanları pençesine almış, çöl hecinleri gibi hepimizin ağzını kan içinde bırakan "harese"den kurtulmak için yazıyorum ve zaman zaman kendimi şu sözü tekrarlarken yakalıyorum : "Ben bir insandım! "
Gözlerini açtı, onu gördüğümden beri ilk kez konuştu. "Ben bir insandım abla"dedi , son sözleri de bu oldu zaten, başka bir sey demedi. Onun küçük bedenini gömmek istedim, kayalar çok sertti, kazacak toprak yoktu yoksa tırnaklarımla kazardım.
Sürüklendiğim mistik ortamda birden Mevlana geldi aklıma, hatırladığım kadarıyla şöyle diyordu :
Bir yer var
İyiliğin ve kötülüğün ötesinde
Seninle orada buluşacağız
Çarşıda , okulda, kadim Süryani , Müslüman ,Yahudi,Mecusi,Zerdüşti ,herkesin ahbaplık ettiği, birbirinin kutsal günlerini kutladığı şölen günleri... Ama şimdi iyice kapanmış, sertleşmiş öfkeli bir İslam'ın gölgesi altında kararan bir şehir
Bir kaç yıl önce okuduğum , adı galiba Mutluluk olan bir romanda denildiği gibi , biz, bu ülkenin okuryazarları , boşluğa düşen bir trapezci gibiydik. Doğu askısını bırakmış, Batı askısını da yakalayamadan aşağı düşmüştük.
Dedemin öğrettiği çok eski bir Arap şiiri geliyor aklıma:
Asil insanların en neşeli zamanlarında bile bir hüzün vardır, daha düşük ruhlar ise en sefil zamanında bile neşelidir. İnsanların fazla gülmediği , kadınlarla çocukların evin erkeklerinin yanında yüksek sesle konuşamadığı; dede , baba eve geldiği zaman Arap şarkıları çalan radyonun kapatıldığı , alelacele yenilen yemek sırasında kimsenin konuşmadığı , neşesiz ve tatsız bir hayata çok uyan bir şiir bu
- Yalnızlık kokuyorsun demiş miydi Edip Bey
öyleyse haziran kokuyorsun demiştir bir de şunu:
Bir anıya bir başka anıdan ne kalır ,
elbet aşkın ortasında haziran kalır!
Bir yazı bile şurda -burda birlikte
tamamlamadan henüz, bir yaz daha
çıkarma telaşından sakın ! Ne haziran
kalır geriye ne adamla kadın
Bütün gün boyunca yalnız iki kez bir şeyler yeme olanağı bulabilmişti:
Çercevecinin dükkanında biraz kola bulabilmiş, bir de lokantalardan birinde tezgahın yanında sucuk zarı kemirmişti. İşte hepsi bu ! Eğer insan olsaydı şöyle düşünürdü kuşkusuz :
- Hayır , böyle yaşamak olmaz! Beynime bir kurşun sıksam daha iyi !
Bunca yıl yaşadım
Elime ne geçdiyse yitirdim
Biraz daha yaşayacağım
Yalnız bir sey biriktirdim
Bir bakış , bir görüş, bir duyu , bir düşünce
Belki aç kalacağım
Suçlanacağım ölünce
Biraz yazdım , artık hep yazacağım
Hüzünden baş alamadım
Görünce
Kendisine yakın hissettiği bir arkadaşını kaybeden insan çevresindeki diğer arkadaşlarını görür, içi rahatlar ve teselli eder kendini. Malını ya da mülkünü kaybeden insan daha önce nasıl kazandığını düşünür , kaybetttiklerini tekrar elde edebilme yolunu bulur, geçmişi unutur. Ancak yüreğinin zenginliğini yitiren insan tekrar nasıl kavuşur ona ,nasıl avutur kendini ?