Öykü yazma sanatı, yaşamdan anlayabildiğimiz hiçten, geri kalan bütün şeyleri çıkarmayı bilme sanatıdır; ama sayfa sona erdi mi yaşam yeniden başlar ve bir bakarız ki, bildiğimiz şey gerçekten koskoca bir hiçmiş.
Sanatın gerçek amacının, güzel nesneler yaratmak olmadığını kavradı. Sanat dünyayı anlamanın, dünyanın özüne inmenin ve o dünyada kendi yerini bulmanın bir yöntemiydi ve bir tablodaki estetik değerler, nesnelerin özüne inme çabasının neredeyse rastlantısal bir yan ürünüydü.
Nesnelere dikkatli bakmayı bilmediğimi fark ettim. Oysa benden beklenen buydu ve gerçekten yetersiz kalıyordum.
O güne kadar hep genellemeler yapmış, nesneler arasındaki farkları görmek yerine benzerlikleri görmüştüm.
Ama şimdi ayrıntılar, özellikler dünyasına itiliyordum ve bu özellikleri sözcüklerle tanımlamak ilk algılanan ayrıntıları vurgulamak, hiç de alışık olmadığım bir sorundu.
Ben, hem suçlu hem tanık, tek kişilik tiyatronun hem oyuncusu hem seyircisiydim. Kendi yok oluş sürecimi izleyebiliyordum. Kendimin, parça parça ortadan kalkışını seyrediyordum.
Bir dem gelir söylemez bir sözü şerh eyleyemez
Bir dem dilinden dür döker dertlilere derman olur
Bir dem çıkar arş üzere bir dem iner taht-es-serâ
Bir dem sanasın katredir bir dem taşar umman olur