Az önce patronu tarafından azarlanmış kırk yaşında bir adam çöker gibi oturdu kaldırıma. Yüzü kıpkırmızı, gözleri yaşarmış. Sayıklar gibi tekrar ediyor; çocuklar olmasa, çocuklar olmasa, çocuklar olmasa. Devamı getirilmemiş bir cümlenin durduğu yer hayal edilebilecek en acı gurbettir. Sanki köşeden çıkıp gelecek Necatigil. Çökecek adamın yanına. Tok bir sesle mırıldanacak kalan her şeyi.
"Biz bu kadar eğilmezdik çocuklar olmasaydı."
Her şey dairevî, diyor içinden. Uzayda yamuk, konik, kübik şeyler yok. Her şey kendi ekseninde ve de yörüngesinde devam ederek başladığı yere dönüyor. Zaman başladığı yere dönüyor, insan başladığı yere dönüyor.
Siz bana; hikâyelerdir, diyordunuz, her daim hayatı anlamlı kılan. Siz burada olsanız, ben size göktür derdim. Yalnız göğü varsa uçabilir bir kuş ve bir göğün altında anlamlıdır hayat.
Dünyada zalim diye biri yokmuş, zulüm diye bir şey varmış. Anlamışlar kargalar zulmü işleyenin zalim olduğunu. Akın bir eyleyişle bile birden karardığını. Ama şükür ki, karanın bile bir eyleyişle aka döndüğünü.
"Birbirlerini öldürmeden çalışsalar canınıza minnet ama isyan edenler oldu diye savaş çıkartıyorsunuz ki, barışı da getiren olup daha da güçlenin. Savaşı da siz satıyorsunuz, barışı da, o an hangisi daha çok ediyorsa,"
"Aslında sevmek de zamanla değişen bir şey. Yaşadıkça bunu daha iyi anlıyor, mevzuya başka bakıyorsun. Misal, çocukken hesapsız seversin. Aileni, komşunu, arkadaşını, börtü böceği, önüne gelen her şeyi seversin. Bir oyuncağı, kedi yavrusunu, kumda oynamayı, dondurmayı filan. Gençlikte bazı şeyleri anlamaya başlarsın. Yavaştan insan hali oluşur. Şehvet gelir, hırs gelir. Kıskanırsın. Öfkelenir, kinlenirsin. Aklı keşfedersin, mantığın uyanır. Başka bir şey oluverir sevgi. Bu sefer bir davayı seversin, bir şeye inanmayı, ona bağlanmayı, uğruna kavga etmeyi öğrenirsin. Sonra bir insanı seversin, ona aşkla, arzuyla bakarsın. Alışırsın. Ayrı kalmanın acısını yaşarsın. Yavaştan yaşlanınca bu kez iş bambaşka oluverir. Artık hırsın, öfken azalır. Kalbin genişler. O sebepten insanı kusuruyla sevmeyi keşfedersin. Sabrın, tahammülün çoğalır. Merhameti öğrenirsin, affetmeyi daha çok denersin. Duygun, hissin zamanla hesapsız olur. Aynı bir çocuk gibi sevgiyle bakmaya başlarsın. İnsan başladığı yere mi dönüyor nedir?"
"İnsan kısmı tuhaf. Her bir yanı muamma. Allah akıl vermiş, kalp vermiş ama bir de nefs diye bir şey yaratıp başına musallat etmiş. Kurtul kurtulabilirsen."
Sigarasını yakıp bir nefes çekti. Dumanını pencereye taraf üfürdü.
"Hani belgesellerde vardır ya, ceylanlar oradan oraya göç eder. Bir vakit sudan geçmeleri lazım gelir. Geçecekler geçmesine ya su timsah kaynıyordur. Önce iki ileri bir geri gidip gelirler. Susuzluktan perişan olmuşlar lakin bir yandan da suyun içinde bir dalga olduğunu hissediyorlar. Arkada susuzluk, önde can korkusu. Kimi vartayı atlatıp suyunu içer, kimisi su için timsahlara yem olur. Ne zaman seyretsem içim yanar. Aynı insanoğlu."
Arada çayından yudumlayıp, susuyordu.
"Zayıf mahlûklarız. Nefsin rahat durmaz, dediğini yapsan bu sever kitaba uymaz. Neyse, varsın imtihanımız cigaradan olsun."
Okuldan bir hocamız acı çeken insanların yalnızlığı sevdiğini söylemiş: "Bazı insanlar yalnızlığa terk edilir ama ruhlarında acı hissedenler yalnızlığı kendileri tercih eder." demişti.
Son zamanlarda insanların olmadığı yerler keşfetmek için kır, bayır demeden uzun yürüyüşlere çıkıyordum. Dostlarım, suskun ve kederli dallarını gökyüzüne uzatan ağaçlardı. Onları da kesip yerine binalar diktiler. Depremden, hastalıklardan ve yoksul insanlardan korunacakları evler yaptılar. Herkes kendini en iyi cam fanusun içine koyma telaşında.