Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ofelya

Ofelya
@Ofelya_
Hayata ne anlam yüklersek yükleyelim, mecazi olacaktır.
Hem sonra, itiraflarımız da olsun, sancılarımızı açık edelim. Sözümüzü hak ile batıl arasından zahmetle ve gayretle çıkarmış olalım. Söylediklerimizi yüreğimizde pişirmiş de söylemiş olalım. Acının içinden geçerek konuşalım, şüphelerimizi yanımızdan eksik etmeden tebliğ edelim. Kendimizi de onarıma muhtaç görelim. Herkesle aynı kumaştan olduğumuzu bilelim. Biçimli olmak adına, buzdan kalıplara girmeyelim. Çözülelim, eriyelim, dağılalım, toprağa karışalım. Bahçemiz de kocaman bir pişmanlık gülü büyüsün. Kan rengi olsun, dikenleri olsun. Ama mutlaka muştu kokusu versin.
Reklam
Dört köşeli kalıplar içinden sıyrılalım, pürüzsüz şablonlardan çıkalım. Yalın bir eda ile hatadâr bir âdem olarak var olalım. Yüreğimiz bütün savunmalardan uzakta kalsın. Aklımız ak ve karalar arasında tereddütle bekleyedursun. Kur'an'ın 'az daha gönlünü kaptıracaktı” diye ifade ettiği; kalıplardan uzak, yapmacıksız Yusuf (as) tereddüdünü biz de paylaşıyor olalım. Sırça köşkümüzden çıkalım, rüzgârda savrulalım, ayağımıza diken batsın, yalın ayak kalalım.
Yaramız olsun ve gocunalım ne çıkar. Hatalarımız olsun ki, istiğfarın tadına varalım. Bir gün geri dönüp bakınca, pişman da olabilelim mesela. 'Bir daha asla!” bile diyebilelim. Geçmişte şaşırmış da olabilelim meselâ; ki doğruluğumuz sahih olsun. Katı, kırılmaz, yıkılmaz, dokunulmaz zırhların içinden çıkalım. İnsan tenimizle kalabalıklara karışalım. Islanabilir, yaralanabilir, kanayabilir, acıyabilir insan bedenimizle yürüyelim yeryüzünde. Günaha ve hataya bağışıklığımız yok, hatırlayalım; aksini de üstü kapalı da olsa iddia etmeyelim. Nihayet yeryüzüne cennetten indirilmiş insanlarız ve 'kan dökebilir' ve 'fesat çıkarabilir' olarak buradayız. Bırakın biraz da mahçup olalım, pişman olalım, utanalım, üzülmüş olalım ki, sevincimiz de, hamdimiz de, sürurumuz da, haklılığımız da sahici olsun.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Kendimizi temize çıkarma kaygısı bizi kör ediyor. Kendi tarafımızı ezelden haklı görme telaşı bizi sağırlaştırıyor. Her defasında haklı çıkmak, "biz dememiş miydik!” kalkanının arkasına geçip eleştiri oklarını savuşturmak, bizi derin bir anestezi gibi uyuşturuyor.
Ölümün karşısında, ne yapsak, muvaffak olmuş bir aktörden farkımız olmayacak. O kadar, muvaffak olmuş bir aktör.
Reklam
Unutma can dostum, küçük beyinli insanlar kişileri eleştirir, orta beyinli insanlar olayları eleştirir ama büyük beyinli insanlar fikirleri eleştirir. İnsanlar ve olaylarla vakit kaybettik. Fakat fikirleri konuşmadık. Bugün dünyada yaşanan zulmün ana sebebi fikirlerdi. Yaşanan olumlu şeyler de fikre dayanıyordu. Okuyacağız can dostum, kuşatmayı durdurmak için. Kuşatma son hızıyla devam ediyor can dostum. Ya direneceğiz ya da yok olacağız. Savaşmadan ölmek yok. Coğrafi ve zihinsel kuşatmayı yarmak için topyekün mücadele etmek boynumuzun borcudur...
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra bu “ulusalcı, seküler ve ırkçı” zihniyet aynen görevine devam etti. Biz 1. Dünya Savaşı'nda Arap, Türk, Kürt, Laz, Çerkez hep birlikte omuz omuza savaştık. Ama savaş bittikten sonra bakıyoruz ki Müslümanları birbirine bağlayan Hilafet kaldırılıyor. Batıdan kanunlar alınıyor. Yeni Cumhuriyet, tamamen ulusal bir yapıya büründürülüyor. Savaş bittikten sonra “Elhamdülillah Müslüman'ım” anlayışının yerini “Ne mutlu Türküm diyene!” alıyor. Türk kavramı Avrupada yaklaşık 400 yıl boyunca Müslüman anlamında kullanıldı. Fakat daha sonra Fransız İhtilâlinin etkisiyle Türk kavramı “ırka” indirgendi. Cumhurriyet Dönemi'nde tamamen ırk için kullanıldı. Bu ulusal ırkçı zihniyet tüm İslâm coğrafyasında İslâm'ı hedef almaktaydı. İşte ipin koptuğu yer burasıydı. Bu ulusal ırkçı yapılanmaya göre Hz. Âdem ve Havvadan geldiğimizi unutarak, Türkler Ergenekon'u, İranlılar Persleri, Iraklılar Babil'i, Mısırlılar Firavunları, Cezayirliler Kartacalıları kendi ulusal tarihlerinin kökeni yaptılar. Ve şimdi de Kürtler de kendileri için aradıkları tarihin kökenini “Zerdüşt” geleneğinde bulacaklarına inandırılmaktalar.!
"Laiklik başka bir ifadeyle Müslümanı dinsizliğe alıştırmaktır. Hristiyanlar dinlerinden uzaklaşmakla hürriyetlerine kavuşurlar, Müslümanlar ise dinlerinden uzaklaşmakla köleleşirler. Laiklik, Müslümanlara 'dinin devletini unutturup 'devletin dinini'dayatma işkencesidir. ” Mustafa Çelik
"Memleketler parasızlıktan değil, ahlaksızlıktan çöker. " /Cicero/
Kendi iradesiyle harf inkılâbı yapan iki ülke çıkmıştır modern çağda. Biri biz, biri İsrail'dir. Ancak mühim bir farkla, biz Arap yazısını geri bıraktırıyor diye terk ederken İsrail, hemen bütün Yahudi vatandaşları Latin alfabesini bildiği halde tersinden bir harf inkılâbı yaptı ve iki bin yıl önceki ölü ve öğretilmesi çok zor olan İbrani alfabesini diriltti.
Reklam
Harf devrimi yıkımın en büyük aşamasıydı. Bu tarihten sonra zihinlere istenilen formatı atmak daha da kolaylaşacaktı. Cemil Meriç'in bir yerde dediği gibi 3 Kasım 1928'den itibaren kütüphaneler birer tuğla yığınına dönecek, 900 yılık birikimin üzerinden asfalt geçirilecekti. Bir gün önce âlim olanlar ertesi gün ilkokula başlayan birer öğrenci haline gelecekti.
Alman filozof Heidegger'in dil hakkında derin ve manalı bir sözü vardır: “Dil insanın evidir.” Her millet dilini kendi ihtiyaçlarına; kültür, medeniyet seviyesine, zevkine göre oluşturur. Dil tıpkı bir ev gibi bir milletin duygu, düşünce ve hayatının barınağı, korunağıdır. İnsan, barınak ve korunağını kaybederse hatta bizim gibi kendi eliyle yıkarsa korumasız kalır, zayıflar, yok olur can dostum! Nitekim tarih göstermiştir ki, bir milletin kurmuş olduğu devlet yıkılabilir, oturduğu vatan elinden alınabilir, fakat eğer dili yaşıyorsa o millet dağılmamıştır, kaybolmamıştır, ayaktadır. Zira dil, fertlerin “milli şuuru, milli hafızası'dır. Hafızasını, meşruluğunu kaybetmiş bir insan evinde, çocuklarının arasında da olsa, manen ölmüş demektir. Ferdi yaşatan kendi şuuru olduğu gibi, milleti ayakta tutan da milli şuuru demek olan milli dildir. O yüzden milletin bütünlüğü üzerine titreyenler milli dil üzerine de titrerler.
Hangi düzeyde olursa olsun, herkes hakkı anlattığı birinden, karşılığında hemen benimsemesini, benimsemişse de hemen kendi yanında (kendi siyasal partisinde, kendi cemaatinde, kendi meşrebinde) olmasını bekliyor, umuyor. Sürekli 'yandaş arama meyli, tebliğin yalınlığını zedeliyor, hakkın hatırını gölgede bırakıyor. Yâsin Suresi'nde zikredilen “Sizden ücret istemeyenlere ittiba ediniz.” sırrı böylece ihlal ediliyor.
Hakkı tebliğ etmenin ilk şartı, karşılığında herhangi bir ücret istememektir.
Kimse sırf kendini hatasız görecek denli cesur değildir, Tek başına temizlik ve kusursuzluk iddiasında bulunamayız. Bunu bal gibi biliriz. Onun için de yanımıza başka temizler alırız, başka kusursuzların yanında yer alırız. Böylece şık bir nefis oyunuyla, kendimizi temize çıkarma davamız, özel bir taraftarlığa dönüşür, bir takım tutma saikiyle hareket eder. Bu defa, “Ben” değil, “Biz” deriz. “Biz kusursuzuz” demek daha kolaydır, daha inceliklidir çünkü. Bundan sonra, “Biz”in karşısında yer alan “Onlar”ın ya da “Ötekiler”in tüm hataları bizim kusursuzluğumuz hesabına geçer, her defasında biz temize çıkarız. Artık, sırf “Ötekiler”i referans alarak tanımlanan bir taraftar topluluğuna dönüşmüşüzdür. Ötekileri sorgulamaktan, tel'in etmekten kendimize çeki düzen vermeye vaktimiz, fırsatımız olmaz. Zaten buna niyetimiz bile yoktur.
669 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.