Kitabı okumayı bitirdiğimde ilk kez biyografi okuduğumu fark ettim. 3. Kişi tarafından yazılan roman havası vardı. Murakami'nin kalemiyle onun anılarını okumak çok özel hissettirdi. Kendi hayatı hakkında çok detay vermeyen birinin, babasını anlatırken de o tutumu sergilediğini hissettim okurken. Düz, sade ve sıradan bir anlatım. Öne çıkarmak istediği konular da bunlar olduğunu belirtmişti kitapta zaten, sıradan biri ve sıradan bir evlat olduğunu. Her seferinde kaderin önemini belirtmesi de hoşuma gitti. Bu sayede kendi varlığını daha çok anlamdırmış ve bunu sunarken okuyucunun da anlamlandırmasını sağlıyor. Kendince bir isim de bulmuştu 'saydamlaşmak'. Anlattığı anılarını kedilerle bağdaştırması da ayrı keyif vericiydi. Çerezlik, sakin ve akıcı bir eserdi. İllüstrasyonlarla beraber yiyip yuttum. Anyo budist tapınağına gidip serin bir havada ağaç altında tekrardan okuyasım var.
Kitabı okurken zweig'ın erkek olmasına rağmen kadın duygularını, aşkını, böylesine etkili bir şekilde okura geçirmesi çok şaşırttı beni. Hayalgücünün kuvvetini bu kitapla anladım. Ben bilinmeyen şu kadını çok sevemedim açıkçası. Saplantı derecesindeki aşk bir duygu değil hastalıktır. Bu hastalık da hayatını mahvetmiştir. Yine de söz ve anlatım, sürükleyici bir yazım tarzı, bilinmek istenen bir kişi, bir duygu, bir kalp oluşu, R.'nin tüm yaşamında olduğu gibi yine hiç bir şeyi hatırlamaması, beni gerçekten etkiledi.
Uzun yıllar altın yumurta yumurtlamaya çalışan bir kaz, nihayet yumurtladığında kimseye gösteremeden yumurta kırılacak olsa, hemen bir tane daha yumurtlayabilir mi?
Ben olasılıkla uzun süre o şeylerle temas halinde olduğum için, radyumla uğraşan biliminsanlarının o maddenin zehrine maruz kalmaları gibi, sanat eserlerinin zehrine maruz kaldım.
Nedense sırtlarında hissettikleri sıcaklığı bir insanın vücudundan gelen sıcaklık gibi hissetmemişlerdi. İkisi de sırtlarına sabah güneşinin vurduğunu sanmışlardı.