Naciye

Adam için aşk acayip bir şeydi, içtikçe susatan, yedikçe acıktıran, tükettikçe yaratmasına neden olan, yeryüzündeki en paradoksal süreçti. Kesinlikle bir keyif hali değildi yani. Acı ile zevkin garip bir karışımı söz konusuydu.
Reklam
İnsanın laneti de buydu işte. Sürekli kendisi için yeni ihtiyaçlar yaratmak ve sonrasında da bunlara bağımlı olmak.
Sayfa 200Kitabı okudu
Anılar eğer acı verici ise onlarla yaşamak zordu. Tıpkı ayakkabında bir çakıl taşı ile dolaşmak gibi. Boyutu ne kadar küçük olursa olsun, o kadar çok huzursuz ederdi ki seni, şaşırıp kalırdın.
Sayfa 185Kitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Çatlamalar ve kırılmalar hayatın en önemli dinamikleridir. Burada önemli olan kırılmanın nasıl yaşandığıdır. Yumurtayı düşün Meryem. Eğer yumurta içeriden kırılırsa hayat başlar. Yok, eğer yumurta dışarıdan kırılırsa işte o zaman bir hayat son bulur. Yani içten başlamayan dönüşümler ölümcüldür. Şu an hayatın bir kabuk ve elinde duruyor. Karar senin.
İnsanlık yolculuğunda bir Homo sapiens yani bir “insan ferdi” olarak doğmak işin sadece başlangıç kısmıdır. İnsan kalabilmek, dahası gerçekten gelişkin bir insan olabilmek, sürekli gayret ve çaba ister.
Reklam
199 syf.
·
Puan vermedi
·
12 günde okudu
Zamanın Farkında
Zamanın FarkındaŞule Gürbüz
8.1/10 · 1.040 okunma
Beğenmeye neden bu kadar mecburum, beğenmiyorum da beğendirmeye mecbur hissediyorum? Bunu biliyorum da beğenenleri de beğenmediğim halde acaba bunun neden yapıyorum?
Sayfa 151Kitabı okudu
Başkasının evini bilmeden kendi evini beğenmemek, başka meyveleri bilmeden karpuzdan utanmak nereden?
Sayfa 148Kitabı okudu
Herkesin kendi yerine yaşadığı ve kendi yerine öldüğü söylenir hep ama herkes kendi de değil, kendi yerinde de.
Sayfa 140Kitabı okudu
Dert, zaten derdin ne olduğunu anlatamamaktı.
Sayfa 107Kitabı okudu
Reklam
İnsan kendine çepeçevre aşina iken yandan, bir anlık, bir zaman, bir ömür süresince bir kez bakanın gözüne, değerlendirişine kendini nasıl teslim edebilir ki?
Kendimi bildim bileli galiba şımarabilmek istedim, bu bana verilsin istedim. Öyle derin bir açlık ki mide kazınması gibi kalbimi kazıdı durdu. Başka şeye bakıp geri çekilemedim. Otuz sene kasap vitrini seyretmiş, lokma yiyememiş kedi gibi, otuz sene dünyayı seyrettim lokma yiyemeden, artık canım da bir şey istemiyor.
Bildiğim bir şey var, bir şey nasıl bozulmuşsa tersiyle düzeliyor. Ben kendimi dinleye dinleye böyle oldum. Kendimde bu kadar dinleyecek ne vardı, şeytanın talimatı ile mi böyle hafız kesilip gece gündüz kulağıma üfledim, sonra duyduklarımla belki uydurduklarımla sağır, dilsiz ve taş kesildim bilmiyorum. Dedim ya buraya nasıl gelindiği belli, ama dönüş yolu artık bana hem her tür aşinalıktan uzak, hem tarifsizce yorgun ve kırgınım hem bilmediğin ifşası yasak bir hastalığı senelerdir çekmeyi o kadar alışmışım ki yaşamak aslen nerelidir, nasıldır, kimlerle geçinir bilmiyorum. Herhalde onu aldırmayanlarla ya da, neyse.
Müzikten duyduğum ıstırap acaba onu anlamamak ya da yanlış anlamaktan mı diye çok düşündüm. Zira yaşamaktan duyduğum ıstırap da sanki biraz yaşayamamaktan gibiydi. Ya da onu görememekten, dışarıda kalmaktan, ayrı olmaktan ve onun mevcudiyetini hep hissedip kabul görmemekten.
“İnsanlar bir şey görmüyor, anlamıyor,” diye şikayet edene şaşarım, kim görülmek anlaşılmak ister ki, gördüğünü kucaklayabilecek kim var ki, bir de görülmekten söz edebiliyor.
453 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.