“ Söz veriyorum , uslu duracağım , bir daha hiç kavga etmeyeceğim , küfretmeyeceğim , kıç bile demeyeceğim . Tek istediğim hep senin yanında kalmak... “
Acı çekmek ne demek asıl şimdi anlıyordum . Acı çekmek bayılana dek dayak yemek değil. Ayaktaki cam kesiğine eczanede dikiş attırmak değildi . Asıl acı , kalbi baştan aşağı sancılara boğan , insana sırrını kimselere anlatmadan ölmeyi arzulatan bir şeydi . Kolları başı hep dermansız bırakan , yastıkta öbür yana dönme isteğini bile söndüren bir şey .
Dudaklarında memnuniyet dolu bir gülümseme vardı , masanın üstünde her zamanki boş bardak . Boştu, ama içinde hayali bir gül vardı , öğretmenim öyle demişti .
“ Yapma ama bazen benim de hayal kurmaya hakkım var .”
“ İyi de hayalinde bana yer vermedin ki .”
Keyifle gülümsedi.
“ Ben bütün hayallerimde sana yer veriyorum , Portuga.”
“ Daha anlatsana ,” dedim.
“ Hoşuna mı gitti ?”
“ Hem de çok . Seninle sekiz yüz elli iki bin kilometre boyunca hiç durmadan laflamak isterdim. “
“ Benzinimiz yete mi ki ?”
“ Yalancıktan doldursak yeter. “
Dindinha bir seferinde mutluluğun “ yüreğimizde parlayan güneş “ olduğunu söylemişti. Güneş her şeyi mutlulukla aydınlatıyordu . Eğer bu doğruysa, her şeyi güzelleştiren şey göğsümde pırpır eden yüreğimdi...
Seni tersinden öldürdüm. Seni kalbimde doğurarak öldürdüm. Dünyada sevdiğim tek insan sensin , Portuga . Tek arkadaşım sensin. Bana kart , gazoz , şekerleme ya da misket veriyorsun diye değil... Yemin ederim , doğruyu söylüyorum.
“ Evet , öldüreceğim . Çoktan başladım bile. Öldürmek derken öyle Buck Jones’un tabancasını alıp dan diye öldürmeyi kast etmiyorum . Öyle değil . Kastettiğim onu kalbimde öldürmek . İyiliğini istemekten vazgeçmek . Derken bir gün yok olup gidecek. “