Çok küçük bir nesneyi, söz gelimi küp şekeri, gözümüzün dibine kadar yanaştırsak küp şekerden başka şey göremeyiz ve bu da dünyayı görmemize engel olur. Dertleri gözümüzde büyütüp olduğundan büyük görmek buna benzer. Her şeyin bir yeri vardır ve her şey yerine konmalıdır.
Bazı insanlar dertliliği kendisinin mazur görülmesi için meşru bir mazeret olarak ileri sürerler. Dertli olmanın kaba, anlayışsız, sabırsız davranmayı makul hâle getirebileceğini düşünerek hareket ederler.
Biri çok sevdiğimiz arkadaşımızın evine, diğeri de hiç sevmediğimiz başka birinin evine giden iki merdiven olsa bunları adımlarken hissedeceğimiz motivasyon benzer midir?
Farklı kurumların sorumluluk alanında olan ve çeşitli zihniyetlerde insan yetiştiren bu okulların varlığının ortaya çıkardığı durum, Galatasaray Lisesi'nin ilk yıllarında bir süre müdürlüğünü yapan De Salve tarafından 1874 tarihli bir yazıda oldukça etkili bir şekilde ifade edilmektedir:
"Avrupa'nın hiç bir başkentinde, aynı şehir halkını oluşturan çeşitli gruplar, Istanbul'daki kadar birbirlerinden bıçakla kesilmiş gibi zıt özellikler taşımaz. Eğitim, ülkenin çocuklarını ve gençlerini ortak kurumlarda toplayıp, onların fikir ufuklarını genişleterek, aralarında yavaş yavaş birlik ve kardeşlik bağları kurarken, burada eğitim şimdiye kadar, daha ziyade her türlü yakınlaşmadan uzaklaştırmaya yönelmiştir, çünkü her toplum, parası ile kendi okullarını kuruyor ve eğitim kendi ana dilleri ile veriliyor, dini gelenekler ile siyasî art niyetlerin sürup gitmesine çalışılıyor."
Üsküp'teki (ve diğer Makedonya şehirlerindeki) heykel enflasyonu, Müslümanlar arasında ironiyle karışık esprilere bile konu oluyor. Mesela, ülke nüfusunu sorduğunuz biri, size şöyle bir cevap verebiliyor: "Yüzde 10 heykel, gerisi karışık".
Makedonların, Üsküp'ü bir "Hıristiyan şehri" haline getirmek için, mevcut bütün boşluklara çeşitli boyutlarda heykeller istiflediğini fark ediyorsunuz. Üsküp'te, heykeller camilerin karşısına dikiliyor adeta. Şehrin Osmanlı ve Müslüman geçmişi tamamen yok edilmek istenircesine.