Zerre içinde zerreyim,
Ben kendimi bilmez miyim.
Yani işin sırrı, kendini bilmekte..
Değişmek istiyorsan eğer, bileceksin kendini.
Neyi terkettiğini bileceksin.
Neyi terkettiğini bileceksin ki,
Neye kavuşmak istediğini bilesin.
Şimdi düşünüyorum da...
Bırak bilmeyi,
Ben aslında hiç öğrenemedim kendimi..
Ard-arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül-gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...
Karşılaştığım insanlar ışıltılı başlarını nasıl da neşeyle ve zorlanmadan taşıyor, kendilerini hayatın içine nasıl da balo salonundaymışcasına salıveriyorlardı! Karşılaştığım tek bir bakışta bile keder yoktu. Hiçbir omuz yük taşımıyor, muhtemelen akıllarından gölgeli bir düşünce bile geçmiyordu, mutlu ruhların hiçbirinde gizlenen en ufak bir acı yoktu. Bu insanların ortasında yürüyen bense genç ve yeni olgunlaşmış olmama rağmen mutluluğun neye benzediğini çoktan unutmuştum.
“Her zaman kendime sorardım: neden noktaların, doğruların eğrilerin -ister düzlem, ister uzay şekiller olsun- koordinatları var da daha mükemmel bir varlık olan insan ve onun ayrılmaz bir cüzü olan hayatın koordinatları yok?
"Canım çok şey anlatmak istiyor ama yorgunum. Beynim yorgun, bedenim yorgun, bunca şeyi affeden kalbim bile yorgun artık. Heveslerim yorgun, iyimserliğim yorgun, konuşarak anlaşmaya olan inancım bile yorgun. Benden sadece mecalsiz bir şey kaldı. Çok yorgunum."