Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

...Gizli Özne

...Gizli Özne
@a___aymisali
“ Kitleler üzerinde yapabileceğin en güzel,güçlü devrim kitap okumaktır. ” ¶¶ Yürekten damıtılmış bir ÖZNE, sözden ziyade aşktan öte ; Gönülden kaleme...ay-misali #120680380 ¶¶
Diploma insanı kariyer sahibi yapar!...
Şahsiyet sahibi olabilmek için okuyup, öğrendiklerini dilden öte kalbe indirmek gerek.
448 okur puanı
Şubat 2019 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
Sabitlenmiş gönderi
Ben kimsesiz değilim sensizim!
Acının içime en işlediği vakit baktılar yüzüme! Gözlerimden düşen, yanaklarıma süzülen gözyaşlarda hasretinin izlerini okuyamadılar. Gözyaşlarımın ıslattığı mendile bakıp fukara, dilenci, münzevi sandılar. Üstümdeki yalnızlık hırkasının altındaki tarumar olmuş, garip, yoksul kalmış duygularımın farkına varamadılar. Dilimde isyanım, benliğimde sensizliğin nisyanı yoktu ; sadrımdaki yangının yakıp, kül ettiği sol yanımın acısını hiç hissetmediler… İçimde kaç kez öldüm ; ölen umutlarımı hayallerimi görmediler. Yorgundum ; Herkese, her şeye yetişmekten, bir kendime yetememekten; bitap düşüp kalakaldım öylece… Kimseler ruhumun öldüğünü anlayamadı, hülyalar aleminde uykuda sandılar. Umarsızca, bakıp geçerken yüzüme kimsesizlik sıfatını yakıştırdılar. Oysa ben garip,yoksul değildim; Yoksun-luğun vardı hissemde... Mendilime gözyaşlarımla dilekçe yazıp, dua dua herdem seni dilendim. Beni kimsesiz sandılar… Ben kimsesiz değildim sensizdim! ... ay-misali
Reklam
Dağ başına uzanıp sessizlikle hemhâl olmak marifet değildir. Esas marifet, bunca gürültü içinden ahenkli bir ses çıkarabilmekte. Konuşurken ve yürürken aynı tonda "garip ve yolcu" olmayı unutmadan yaşayabilmekte. Yağız Gönüler
"İslam, savunulması gereken bir ideoloji değil, yaşanılması gereken bir dindir." Sen olmazsan Islam bir eksik olmayacak. Sen eksik olacaksın. İslam her daim tamdır. Her daim diridir. Safiye Çetinkaya

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Gel anla ve yaşa doğrusal hüznü Acılar güvence ölümsüzlüğe Senden her kaçtıkça sana yaklaştım Göç nasibim özlem kanımdır benim Bu tenha dünyanın ürküntüsünü Ekledim gövdeme bir parça gibi Bir sözdür susuşun bir ince fikir Bin yorum getirir aklıma birden Gövdemi kurşunlar sererse yere Kırgın bakışların değdi bilirim Ve ölüm konuğum olduğu zaman Duyduğun vicdanın ayak sesidir. Mehmet Akif İnan
Allah kullarından imkânsız bir şey istemiyor; peygamberi marifetiyle fıtratınıza uygun olan yaşam tarzını size tarif ediyor. Din insandan imkânsız bir şey talep etmiyor. Aklına, fıtratına, tabiatına, yaratılış amacına uygun olanı tavsiye, telkin ve teklif ediyor. Yeri geldiğinde de emrediyor. Allah kullarına zulmetmez. Onlara taşıyamayacağı bir yük yüklemez. İlahi adalet gereği sana bir yük yüklenmişse bu, onu taşıma kabiliyetine sahip olduğun anlamına gelir. Allah neden kendi yarattığı kullarının fıtratına ve özüne aykırı bir din göndersin ki onlara? Bu, Yaratıcı'nın rahmet, hikmet ve inayet sıfatlarıyla çelişir. Peygamber, Rabb'in kuldan istediğinin imkânsız olmadığını örnekleyen, bize bunun yolunu gösteren kişidir. O yüzden Peygamber Efendimizin hayatı, sünneti, yolu, bir şeyi nasıl söylediği, nasıl yaptığı son derece önemli. O, ilahi buyruğun nasıl yaşanacağını gösteriyor. Vahyin hem teorik hem de pratik tefsirini yapıyor. İmtihan ve zorluklar karşısında inancından ve erdeminden taviz vermeden yaşamanın mümkün olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla vahyi nübüvvetten, inancı yaşamdan, imanı amelden ayrıştırmak mümkün değil. Deizm "Tanrı'ya inanıyorum ama O'nun dedikleri beni ilgilendirmiyor." diyor. Oysa bu, aklen tutarsız olduğu kadar kalben de yanlış... İnsan sevdiği bir kişinin söylediklerine, taleplerine, ricalarına, emirlerine bigåne kalabilir mi? Gerçekten seviyorsa onun dediğini yapar. Yapmıyorsa sevmiyor demektir. O sevgi gerçek değildir.
Reklam
Hakikatin kendinden daha fazla olduğunu söyleyen akıl, dogmatik davranan değil, tersine kendi fıtratına ve özüne uygun davranan akıldır. Akıl vahyi ve ilahi olanı icat, inşa ve ihata edemez ama onun hakikatini idrak ve teslim edebilir
Deizmin içinde kısmi bir evrensellik arayışı yahut iddiası var. Yani deizm "Kilise'nin dışında kurtuluş yok." tezine karşı Tanrı inancının evrensel olduğunu ve Tanrı'ya giden farklı yolların bulunabileceğini ileri sürüyor. Bu da dışlayıcı ve mutlakiyetçi Kilise'ye karşı başka bir başkaldırı. Neticede deizm, Kilise'ye teslim olmadan Tanrı'ya inanmanın mümkün, makul ve meşru olduğunu savunuyor. Kilise ise "Tanrı'ya giden tek yol benden geçer." dediği için bu keskin tavır bir çatışma ve kopuşa dönüşüyor.
Mülkün tasarrufu mülkün sahibine aittir.
Bakın Kur'an-ı Kerim ne diyor: "Rabbinin rahmetini taksim etmek/paylaştırmak onlara mı kalmış?" (Zuhruf, 43/32). Bu ayet, Peygamber Efendimizin nübüvvetine karşı çıkan ve “Bu Kur'an, şu iki şehirden (Mekke ve Medine) büyük bir kişiye indirilseydi ya!" diye kibir ve inkâr tavrı içinde Efendimizi -haşa- tahkir etmeye çalışan Mekkeli müşriklere cevap olarak indiriliyor. "Kimin Peygamber olacağına ve Kur'an'ın kime gönderileceğine siz mi karar vereceksiniz?" diyor. Fıkıhta kuraldır: Nüzulun/sebebin hususiyeti hükmün umumiyetine mâni değildir. Bu ayetin işaret etti- ği hususi hadise ile genel anlamına da dikkat kesilmemiz gerekir. O zaman daha sağlıklı bir anlayışa kavuşabiliriz. Kendini -haşa- Tanrı'nın yerine koyup O'nun adına hüküm dağıttığını zanneden herkesin bu ayet üzerinde düşünmesi ve kendi nefsine buradan dersler çıkarması gerekiyor.
Melekler tabiatları gereği nurani varlıklar olduklarından gittikleri yeri hem aydınlatırlar hem de hafifletir ve oraya bir inşirah ve ferahlık getirirler. Bu nurani özelliklerinden dolayı, meleklerin isimleri hem İbranicede ve Arapçada hem de kadim Batı dillerin- de -Yunancada ve mevcut Batı dillerinde- hep -il son ekiyle bi- ter. Cebrail, İsrafil, Azrail, Mikail. -il eki "ışıkla ilgili olan, nura- ni olan" demektir. Kadim Yunancada güneş helen demektir. He- lenistik dönem, yani ışık dönemi. Helen, "Işık doğudan yükselir." kaidesi mucibince o ışığı ifade eder.
Gerçi saklandığı yere, o pek yüce olan Girince bir bakışta tanınan Melek Dimdik ve görkemli parıltılar salan: Yalvardı bütün iddialardan vazgeçerek İzin verilsin diye gezgin kalmasına Eskisi gibi, dalgın bir tacir olarak yani; Okumuşluğu yoktu, fazla gelirdi ona da Bilginlere de görmek sözün böylesini Herkese emredercesine gösteriyordu. Levhasına yazılanları yalvarana Gösteriyor ve istiyordu tekrar: Oku Okudu O da: Öyle ki Melek hayrandı. Çoktan okumuş denirdi artık ona Yapabilendi o, kulak veren ve yapandı.. Peygamber Efendimize (s.a.v.) vahyin ilk geliş anını tasvir eden bu şiir, Rilke'nin hayatı boyunca meleklerle kurduğu ilişki hakkında da bize önemli ipuçları sağlıyor. Başyapıtı olan Duino Ağıtları, meleklerle yapılan uzun bir sohbettir ve şu dizeyle başlar: Haykırsam şimdi kim duyar beni meleklerin katından.
Sayfa 29 - Rainer Maria Rilke, Seçilmiş Şiirler ve Duino Ağıtları, çev. A. Turan Of- lazoğlu, (İstanbul: İz Yayıncılık, 2018).Kitabı okuyor
Reklam
Varlığın kendini kapattığı ve aklımızın, ruhumuzun, kalbimi- zin, gönlümüzün ve muhayyilemizin karardığı bir ortamda insa- nın nuru, aydınlığı, huzuru ve mutluluğu bulması mümkün değil. İşte tam da burada insanın mağaradan çıkması gerekiyor. Eflatun onun için şöyle diyordu: "Önce mağaradan çık! Çok oturdun bu- rada. Şöyle bir ayağa kalk. Duvara düşen gölgelere kanma. Işığa doğru yürü, korkma. Işığa ilk defa baktığında gözlerin kamaşacak, kararacak ve hafif sersemleyeceksin. O, hakikatin şok edici etki- sidir. Ama bu şok terapisine ihtiyacın var. Korkma ve yürümeye devam et. Hakikat seni özgür kılacak!" Eflatun'un mağara alegorisi bunu anlatıyordu. Bizim de bu çağda böyle bir aydınlanmaya ihtiyacımız var. Zira bir mağaranın içindeyiz ve önümüzdeki ışıklı ekranlarda kayıp giden görüntüleri gerçek sanıyoruz. Hakikatin bundan ibaret olduğunu zannediyoruz. Hipnotize olmuş gibi bakıyor ama hiçbir şey görmüyoruz. Hakikatın ışığının yerine yapay neon ışıklarını koyunca mutlu, mutmain, mükemmel olacağımızı sanıyoruz. Dışımızdaki sahte ışıklar içimizdeki hakikat ışığını ka- rartıyor. Daha fazla karanlığa gömülmeden bir aydınlanmaya, işraka, nura, hakikate ve özgürleşmeye ihtiyacımız var.
Sayfa 27 - 28Kitabı okuyor
Nasıl benim bir özüm varsa diğer varlıkların da bir özü, hakikati ve cevheri vardır. Yapmam gereken onlara tahakküm etmeye çalış- mak, onların özünü bozmak değil, tabiatına uygun hareket etmek- tir. Suya ateş, taşa pamuk muamelesi yaparsam kendimi gülünç duruma düşürürüm; hayatımı da imkânsız hale getiririm. Suya su muamelesi yapmak onun özünü ve tabiatını tanımakla mümkündür. Bu şekilde tanıdığın varlığa saygı duyar ve onu koruyup kollamaya çalışırsın. Ona yaptığın her yanlış müdahale, sadece onun özünü bozmakla kalmaz; senin de parçası olduğun tüm ekosiste- mi ifsat eder. Ve neticede hepimiz toksik ve kirli bir dünyada ya- şamak zorunda kalırız.) O yüzden varlık tasavvurumuzu yeniden inşa ederken diğer varlıklarla ilişkimizi de doğru bir temele oturtmamız lazım. Ne varlık âlemi bir madde yığınından ibaret ne de biz biyolojik bir canlıdan ibaretiz. Aklımızla, mantığımızla, kalbimizle, vicdanımız- la, anlamlı sözümüzle en güzel şekilde yaratılmışız ama bu bi- zi evrenin efendisi değil, hamisi, dostu, yoldaşı yapar. Emanetçi- si ve dostu olduğumuz bir âleme keyfimize göre, hoyratça mua- mele edemeyiz.
Sayfa 26 - 27Kitabı okuyor
3.284 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.