Fedakârlıklar boşuna değildi, onları kabul etmeliydi, yolun sonuna kadar gitmeliydi ve bu dünyada olmanın gerekliliğini tamamlamalıydı. Bu onun yazgısıydı.
Dünyayı siyah beyaz diye ikiye ayırabilenler, ellerinde ideolojilerinin ya da inançlarının simgesi bayraklarla ne yapmak gerektiğini çok iyi bilenler. Hiçbir şeyden kuşkulanmayanlar, hiçbir şeyden pişmanlık duymayanlar. Böyle insanlar rahat ölüyorlardı. Dudaklarında bir gülümsemeyle ölüyorlardı.
Değişim mutlaktır, her zaman yeni değişimler yaşanır. Fakat hiçbir yön, hiçbir bitiş noktası yoktur. Yerine getirilecek bir misyonda yoktur. Yaşanan her an yeni başlangıçlara ve yeni sonlara gebedir. Eskiden birbirinin azılı düşmanı olan iki şey şimdi Siyam ikizi gibi olmuşlardır.
Nietzsche tekrar notlarına gömüldü ve okumaya başladı: “Dans eden bir yıldız doğurmak isteyen, önce kendi içinde büyük taşkınlıklar ve kaos yaşamak zorundadır.”
“Ümit mi? Ümit en son kötülüktür!” Nietzsche adeta haykırmıştı. “İnsanca, Pek İnsanca adlı kitabımda ileri sürdüğüm gibi, Pandora’nın kutusu açılıp, Zeus’un içinde sakladığı bütün kötülükler dünyaya saçıldığı zaman, orada son bir kötülük kaldığından kimsenin haberi olmamıştı: Ümit. O zamandan beri, yanlışlıkla kutuyu ve içindeki ümidi iyi şans olarak yorumladık. Fakat Zeus’un arzusunun, insanların kendilerini işkenceye teslim etmeleri olduğunu unuttuk. Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır.
Toplum ne kadar özgür ve açık olursa olsun, birey ne kadar bohem olursa olsun herkes bir toplumun zaptı altındadır. Her halükarda entelektüelin sesini duyurması ve pratikte tartışmalara, hatta mümkünse ihtilaflara yol açması gerekir.
Güzel genç kızlar, hoş hanımlar, kumrallar, siyah saçlılar, ak saçlılar; delikanlılar; güçlü adamlar ve yaşlılar; soylular ve köylüler; bunların hepsi bayan giyotine kırmızı şarap oluyordu, her gün iğrenç hücrelerinden gün ışığına çıkarılıp onun kanmak bilmeyen susuzluğunu gidermek üzere sokaklardan geçirilerek taşınıyorlardı. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik ya da ölüm; en sonuncusu, gerçekleştirilmesi en kolay olanıydı, "Yaşasın Giyotin!"
Boş bulunmaktan oldum olası hoşlanmam. Başıma bir şey gelecekse, uyanıkken gelsin isterim, işte bunun için gündüzleri az buçuk uyuyor, geceleri de, tavandaki pencereye günışığı vuruncaya kadar sabırla bekliyordum.
Evet Rieux, bir vebalı olmak çok yorucudur. Vebalı olmamayı istemekse daha da yorucudur. İşte bu nedenle herkes yorgun gibi duruyor, çünkü bugün herkes biraz vebalı. Ama işte bu nedenle, artık vebalı olmak istemeyen bazı kişiler sonsuz bir yorgunlukla karşı karşıya ve bundan onları ancak ölüm kurtarabilir.
Bizler, asla resmi düşüncenin karşısından kör bir itaat içinde olan ücretliler ve devlet bütçesinin koruyuculuğu altında yaşayıp, "özgürlüğü" tadan burslu öğrenciler oluşturmamalıyız.
Diş bilemeler patlak verdi. Şeref düşüncesi doğdu, birleşmiş her topluluk kendi bayrağını çekti. İnsanlar kendilerinden uzakta, ormanlarda yaşayan hayvanları zarara soktular ve onların düşmanları oldular.
Birbirinden ayrı diller doğdu. Korkunç bir kavga başladı. Bu adamlar acıyı tattılar, ahlak bozucu bir içgüdüsel istek duydular ve ilke olarak gerçeğin ancak acıyla açığa vurulduğunu ortaya döktüler. Bunlar üzerine onlarda bilim doğdu..
Fizikçi John wheeler;
Bir keresinde yaptığı hesaplama sonucunda, dünyanın bütün okyanuslarındaki bütün ağır sular alınarak yapılacak bir hidrojen bombasındaki maddenin merkezdeki sıkıştırmasıyla bir kara deliğin oluşturulabileceğini söylemişti (Tabii geride bunu gözlemleyecek kimse kalmazdı!).