Jack London'ın yarı otobiyografik diyebileceğimiz bu romanı, içindeki işlenmemiş büyük cevheri büyük bir sabır ve imtinâ ile ortaya çıkaran denizci Martin Eden'ın serüvenini ortaya koyuyor. Uzun soluklu olmasına rağmen gereksiz ayrıntılardan olabildiğince sıyrılmış, oldukça sade bir eser. Romana dair söyleyebileceğimiz bir diğer husus ise dönemin 'zeitgeist'ını yani zihni yapısını ve ruhunu güzelce yansıtmış olması. Başkarakter Martin, üst ve alt sınıf diyebileceğimiz sosyal sınıf farkının aşılamaz olmadığını ortaya koyarken aslında böyle bir kategorilendirmenin neye göre ve nasıl yapıldığını kendisi de bizzat cümleleriyle ifade ediyor ve insana statü kazandırması gereken asıl şeylerin bile metalaşıp tüketilebileceği bir toplum halini eleştiriyor.
Eden'ın serüvenine gelecek olursak yılmadan, kendini ilmek ilmek işleyerek güzel bir hâle bürünüyor karakterimiz. Onun bu serüvenini ateşleyen şey ise aşk.. Aslında romana dair inceleme yazmak isteme sebebim tam olarak bunu vurgulamaktı. Aşkın ilahi yapısının insanı dönüştürmesi durumu..Ulvi olanın insanı bir yerden bambaşka bir yere taşıması. Romana kuş bakışı baktığımızda bunu daha net görüyoruz.
Kitaba dair söyleyeceğim son husus ise karamsar bir hâl çizmesi. Kaliteli dediğimiz eserlerin ortak noktası budur genellikle ama herşeyi tüketmiş karakterimizin depresyonunu atlattıktan sonra mutlu son olmasa da başka bir hayata başlaması daha farklı bir durum oluştururdu diye düşünüyorum. Bu son da onun için başka bir hayat değil mi şeklinde düşünülebilir tabii. Bu da farklı tartışma konusu...