''Hırsızkratların halkın desteğini kazanmalarının son çaresi hırsızkrasiyi haklı çıkaracak bir ideoloji ya da din inşa etmeleridir. Obaların ve kabilelerin zaten kör inançları vardı, çağdaş kurumsal dinlerin de var. Ama obaların ve kabilelerin kör inançları merkezi otoritenin, zenginliğin el değiştirmesinin ya da akraba olmayan insanlar arasında barışı korumanın haklı gerekçesini sağlamaya hizmet etmiyordu. Kör inançlar bu işlevleri kazandığı ve kurumlaştığı zaman din dediğimiz şeye dönüştüler. Hawaii şefleri başka yerlerdeki şeflerin tipik örneğiydi, tanrı olduklarını, tanrıdan geldiklerini ya da hiç değilse tanrıyla doğrudan ilişki kurduklarını iddia ediyorlardı. Şef halk adına tanrılarla ilişki kurarak, çok yağmur yağdırmak, iyi ürün almak, bol balık yakalamak için gerekli tören kurallarını halka vererek hizmet ettiğini iddia ediyordu.''
Bir deneyde bir sonuç elde ederiz, ama o deney düzeneğinde görünüşte önemsiz bir değişiklik yaptığımızda sonuç değişir. Böyle olduğu halde, o küçük değişikliğin bu kadar farklı bir sonuç yaratmasını sorgulamak beyhudedir, çünkü Bohr diyor ki, bu iki durumda aslında baktığımız şeyler hiç de aynı şey değildir. Sonuçlar farklı olduğu için, iki deneyin bileşenleri arasındaki fark yok denecek kadar azken bile süreçlerin kendisinin temelden farklı olduğunu ilan ederiz (dedektörü şuraya değil buraya yerleştirdik). Bohr'un yaptığı ayrım doğru soruya odaklanmamıza yardımcı olur. Önemli tek değişikliğin bakma tarzımız olduğunu söyler. O yüzden, ''parçacığın nereye gittiği''ne dayanarak, sonuçtaki değişikliğe neyin sebep olduğunu kestirmeye çalışmak yerine, ''Nasıl baktığımız niçin önemli?'' sorusunu sormamız gerekir.
Bu da beraberinde daha derin bir soruyu tetikler: ''Bu vakada, diğerlerinde elde etmediğimiz hangi bilgiyi elde ettik?'' Nihai olarak bizi kuantum mekaniğini daha iyi anlamaya götürebilecek sorunun, ''Parçacık hangi yolu izliyor?'' değil, işte bu soru olduğuna inanıyorum.
Kopenhag yorumuna göre, atomların, elektronların ve diğer kuantum varlıklarının biz onlara bakmıyorken ne yaptıklarını sormak anlamsızdır ve kuantum deneyinin ne kadar doğru sonuç vereceği konusunda emin olamayız. Tek yapabileceğimiz belirli bir deneyin belirli bir sonucu olacağı ihtimalini hesaplamaktır. Bu tıpkı bir çift zar attığınızda 12 gelmesinin bir olasılık olması veya toplamda 5 gelmesinin başka bir olasılık olması gibidir. Ayrıca toplamda 17 veya 4,3 gelmeyeceğini bilirsiniz. Aynı şey kuantum deneylerinde de olur. Bazı sonuçlar daha olası, bazıları daha az olası, bazıları ise imkansızdır.
Zarla toplamda ne geleceğini önceden bilemeyebilirsiniz; ama en azından zarlara bakmadığınızda orada olduklarını bilirsiniz. Kopenhag yorumu der ki, kuantum varlıkları gözlemlenmediğinde çeşitli olasılıklar sunan bir dalga karışımına dönüşür (buna bazen dalga fonksiyonu denir). Bu karışım, durumların üst üste binmesi (süperpozisyon) olarak bilinir. Bir ölçüm yapıldığında, ölçümün davranışı kuantum varlığını çeşitli olasılıklarla uyumlu olan bu durumlardan birini seçmeye zorlar ve dalga fonksiyonu çöker; ama ölçüm yapılır yapılmaz, kuantum varlığı bir kez daha bir karışıma, yani üst üste binme durumuna dönüşür.
Rees, hazır takım elbiselerle dolu olan büyük bir mağaza benzetmesine düşkündür. Eğer mağazada askılarda asılı farklı bedenlerde yeterince takım elbise varsa, birinin sokaktan içeri girip kendine çok iyi oturan bir takım elbise bulması şaşırtıcı değildir. Kozmik rastlantıların varlığının Evrenin özellikle bizim için yapıldığı anlamına gelmeyeceği gibi, o, takım elbisenin özel olarak sokaktan gelen adam için üzerine tam oturacak şekilde yapıldığı anlamına da gelmez. Eğer gerçekten askıda sınırsız sayıda farklı bedenlerde takım elbiseler olsaydı, sizin üzerinize tam olarak oturanı bulacağımızdan emin olurdunuz. Eğer sınırsız sayıda evrenler varsa, en azından yaşam için uygun olan bir evren olmalıdır.
J. J. Thomson elektronların parçacık olduğunu kanıtladığı için Nobel Ödülü aldı; Oğlu George Thomson ise elektronların dalga olduğunu kanıtladığı için. Kuantum dünyasının akıl almaz doğasını daha iyi hiçbir şey özetleyemez.