annebülbül

Emirgan'da akşam vakti
"Garip şey diye düşündü. Gençlik hayattan o kadar müstakil, o kadar tek başına bir şey ki... fakat bunu anlamak için insanın biraz yaşlanması lazım..."
Sayfa 275 - Daha sonra Yaz Yağmuru öyküsünde de karşımıza çıkacak olan Sabri.Kitabı okudu
Reklam
Evin Sahibi
Bunlar gibi, günün her saatinde tek cümlesini, sert bir ceviz gibi tepemde kıran papağanın daha evvel yaşadığına katiyetle emin olduğum insan hayatı ile, evin her köşesinde birkacina birden tesadüf edilen büyük çay kutularınin üzerindeki Japon ve ya Çin işi resimleri, bulutlarla yarı örtülü, derinliklerinde hayali leylekler ve zümrütüankalar dolaşan bir gök altında, uzak ve tepeleri güneşle yaldızlı dağların çerçevelediği bir manzarada gezinen, yahut mucizeli berraklığı iki üç ince çizgiye emanet edilmiş bir su başında düşünen, musıki fasli yapan, zarif çizgili, uzun etekli, kenarı yildız zırhlı lâcivert veya nar çiçeği renginde ipek mantolarını giymiş, çekik gözlü, ay isığı tenli genç kadınlar veya kIzlar, murakabelerinden hikmetten ziyade aksilik taşan asık yüzlů, seyrek sakallı hâkimler, ellerin- deki çay fincanlarından halka halka yükselen dumana bir aşk hatırası gibi eğilmiş narin endamlı delikanlılar, uzun firkete, zarif şemsiye, ayaklara dolaşan etek, ince kayık biçimli pabuç. her nevi saz; ve hepsinin birden insana verdiği acayip, büyulü bir uzak memleket daüssılasI... Velhasil çocuk yaşımı dolduran hayal hakikat bin türlü şey ancak ondan sonra hatırıma gelirdi.
Sayfa 106Kitabı okudu
Bir yol
Evet, pekala biliyorum ki, bir gün ben her şeyi bırakıp bu küçük yola dalarsam , onun bittiği yerde bütün saadet ve hasretlerini , eski yaşanmış rüyalarını bulacağım, temiz yepyeni mesut bir adam olacağım. Bunu biliyorum fakat yapamayacağımi da biliyorum. Hâlbuki bir ömür yaşamaya değer bir şeydir.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Bir yol
Sayfa 77 Bilmem sizde de böyle midir; yolculuk benim üzerimde daima iyi ve unutturucu bir tesir yapar. Istiraplarımızın, üzüntülerimizin mekânla, yahut hayatımizın tabii muhitiyle sikı bir alakası olsa gerek. Bir: muharririn dediği gibi, falan yerde en kesif siddetinde olan bir acı iki yüz kilometre daha ötede ve baska insanlar içinde biraz daha hafif ve daha kabili tahammül oluvor. Bununla beraber acıdan acıya fark var. Ve benimki acılarn en büyüğü, evlat acisıydı, üstelik de yağmur yağıyordu. Oh, size bu yağmurlu günlerin bende yaptığı aksülameli nasil anlatmali? Böyle günlerde ben değişir, büsbütün başka adam olurum. Başka bir adam, tam kelimesi değil... Bütün bir mazi, en kötü, en karanlık, en tamir edilmez taraflarıyla içimde canlanır, hortlaklarımla baş başa kalırım. Böyle zamanlarda hayat sanki bütün çeşmelerini kapatır, yalnız bir tanesi, azap ve üzüntünün kaynaği kalır ve ben onun bulanık aynasında bütün ömrün en kötü muhasebesini yapa yapa kendimi seyrederim. Bu sefer de öyle oldu; her zaman ayak basar basmaz gündelik üzüntülerimden sıyrıldığım, yalnız kendimin olduğum Haydarpaşa Garı bana bu sefer büyük ve karanlık bir lahit gibi geldi. Trene aynı ruh haleti icinde bindim. Izmit'e kadar hep ayni ıslak ve rutubetli hava icinde, tupkı bir olukta seyahat eder gibi geldik. Hiçbir șey düşünmedim, hiç kimseyi görmedim, Sadece vagonların üstüne ve pencerelerin camlarına değdikce yağmurun çikardığı sesi dinledim. Bir tabutta uyananlar, yeraltinın mutlak sessizliğinde kendi nabızlarını ancak böyle dinlerler.
İnsan taşı bile nakış nakış işleyebilirken nasıl böyle taştan da beter oldu. Her devrin taş işçileri vardır oysa. Rabbimiz her devre taşları yontacak, onları tek tek işleyecek baniler göndermiştir. Onlarla yolunu nasıl kesiştirmez insan. Yağ- mur bile taşları şekillendirirken, çakıl taşları birbirine dokunarak törpülenirken, eğimli yollar merdivenler insanlara zorlukları bu denli hatırlatırken insanlar nasıl olur da birbirlerini bu denli köreltebilir. Nasıl taştan da beter hale gelebilir insan. Duvarların diline düşmek nasil bir duygu kim bilir?
Reklam
Ama sormazsinız ey taş duvar niye dile geldin böyle? Sanki ilkyazılar taşın üzerine kazınmamış gibi bakarsınız bana. Oturduğunuz evin temelinde yokmuşum gibi, icabet ettiğiniz ezanın minaresine konulmamişım gibi... Cennetten kopup gelen Hacer'ülEsved diye bir atam yokmuş gibi. Niye cennetten bir insan ve bir taş çıktı sadece? Niye taşı öperek mühürler her hacı. Taş duvardır, taş evdir çünkü. Cennet evdir. Ev vatandır. Vatan cennettir. Onu öperek vatan özlemini giderir hacılar, asıl evin duvarından atmış bir sıvadır Hacer'ül Esved. Insan gerçek evini, sevgili ile olan kavuşmasını, dağılan zerrelerinin birleşmesini o taşa dokunarak yeniden hatırlar. O taş madem memleketinden gelmiştir, madem ki üzerinde yârin izi aşkın yüzü vardır, O taşı severek diğer taşları ve binaları hangi minval üzerine sevebileceginin pratiğini yapar insan. Kendi cennetini imar edemeyeceği taşları sevmeyi terk eder.
"Eskiden dervişler bir hücreye kapanır çile çıkarırlardı Vasadiğmiz çağ insanı öylesine sarmalamış ki, bizzat Yaşadığımız Çağda Müslüman kalabilmek en büyük dervişliktir belki de. İnsan bu çağı hücresi bilip arzularına prim vermeden yada fitratındaki sivrilikleri törpüler ve ölürse çilesini çıkarmış olur. Ama hepimiz durmadan çile kırıyoruz, sonra da derviş Olmuş gibi geziniyoruz. Eskiler çilesini çıkaramayanlara "çile kırgını " derlerdi Leyla." Etrafimız cile kırgınları ile dolu... biz öyle olmayız inşallah... "amin abi, inşallah"
Hayat duyguları ve ölüm düşünceleri
Bezgin günlerimizde, dünyann mânaları gûya vücudumuzdan akan kanlar gibi, gönlümüzden boşalarak, artık her sey gözümüzden düşünce, biz, odamizın inine çekilecek, yatağımızın deryasına dalacağız. O zaman hafızamızın ufuklarından eski muhabbetli günler ve eski lezzetli geceler, melek kanatlarıyla gelerek ve melek sesleriyle mırıldanarak, bizi eski ninniler gibi uyutacak! Yaralanmış gibi yattiğımız yataklar bizi vapurlar ve trenler gibi hülyalarımızın ikliminde ve ruyalarimizın diyarnda dolaştıracak ve biz, bu yorgun seyahatlerden, geceden doğan günler gibi, yine dinlenmiş çıkacağız!
Sayfa 210Kitabı okudu
Hayat duyguları ve ölüm düşünceleri
Bazan havat ve cok kere de ölüm sevdiklerimizi ve birlikte yaşadıklarımızı bizden ayırinca içimizde eski bazı heveslerimizin söndüğünü ve bazı neşelerimizin sona erdiğini duyarız. Artık onlarla birlikte düşünmeye alıştığımiz fikirleri bir daha deşemeyecek ve onlarla birlikte gülmeye alışkın olduğumuz mevzularda bir daha gülemeyeceğiz demektir. Böylece ölenlerin birçok alakalarimızı ve duygularımızı içimizden söküp kendileriyle birlikte götürdüklerini; onlarla beraber biraz da fikirlerimizin ve hislerimizin göçtüğünü; ve kendimizin de biraz öldüğümüzü, parça parça ölmekte olduğumuzu anlarız. Ölümün sevdiklerimizi ve bildiklerimizi birer birer yolumuzdan çekip aldığını göre göre onun bizimle münasebette olmayan bir yabancı değil, fakat gölgesi yollarımızı saran bir bildik olduğu ve hafizamızdaki mezarlık böyle büyüdükçe yavaş yavaş bize doğru yaklaştığını düşünmeye koyuluruz.
Sayfa 209Kitabı okudu
Enistemiz kadın delisi oluyor.
Zamana dair ve zamanla geçen şeylerin çabukluğu yahut yavaşlığı hakkında doğru bir fikir edinmemiz pek güçtür. Zira zamanın hep iç içe geçen hudutları bildiğimiz diğer hudutlarin hicbirine benzemez. Birçok şeyler vardir ki pek eski zamanlarda kalmis sanırız. Halbuki bunlarin bir isim verilemeyen tesirleri yeni zamanlar içinde duyulur. Birçok
Sayfa 182Kitabı okudu
Reklam
Bazı yemekleri görür görmez onun mutlaka tekrar ettiği dil persengleri vardı. Meselâ köfte sahanı gelse "Seni gidi koftehor seni!" demek âdetiydi. Kızarmış bildırcınlarin guvez eti, bir lokmalık göğüslerinin ince tadı kendisine Ayastefanosta oturdukları sene Halkalı civarında bıldırcın avına dadandığı zamanları hatırlatırdı. Bazı
Bazı geceler herkes ortalıktan çekildikten sonra ağaçlar arasında kalmış bir rüzgar kendi kendine uğuldardı. Bazı geceler de yalnız başlarına kalan yüksek fıstık ve çam ağaçları kendi aralarinda romantik mahluklar gibi söyleşmeye koyulurlardı. Ne dediklerini anlayamadan onların dallarını eğerek birbirleriyle kulaktan kulağa uzun uzun konuştuklarını duyardım.
Geceler ve Gündüzler
Bomboş ve masmavi Marmara nın bir kenarında koyu renkli adalar, rahata yatmış vücutlar gibi görünür ve yine solda , daha yakında , ölüm diyarının hududunu teşkil eden Karacaahhmet mezarlığının sanki yürürken duraklamış yüksek servileri görünür. Bazan tunçtan heykellere dönen, bazan içlerine düşen bir teessürle birden bir ürperme geçiren bu serviler, bence, yan yana, güya cenaze merasimine gelen ve hırkalarına sarılarak sükût eden uzun boylu yüksek sikkeli Mevlevi dervişlerin kafilesine benzerdi ve serviliğin teker teker bizden ayrılan ağaçları da sürüden uzaklaşarak güya birtakım şahsî fikirlere doğru yol alan birer dervise benzetirdim.
Fakat gerçi tanıdığınız bir adamın resmini yapabilirsiniz. Onun tebessümlerini çizebilir, bakışlarını gösterebilirsiniz. Sözlerini tekrar edebilir ve yaptıklarını hikâye edebilirsiniz. Ancak resmini yaptiğınız adamin asıl hususiyetini yapan o iç çeker gibi nefes alışlarını, sözüne başlar ve onu bitirirken çıkardığı ve böylece bütün cümlelerinin özünü tamamlayan o hriltilı seslere, o homurdanışlara söylettiği mânaları nasıl duyurabilirsiniz? O başın, kolların, ellerin, bakışların sözlere iştirâk eden hallerinde ve sesin muhtelif perdelerinde lâkırdilara ayrica mânalar katan tesirleri ve bir dudak büküşünün, bir telâffuz farkının bunlarda yaptıiğı tâdilleri ve bunlara kattığı ilâveleri nasıl canlandırabilirsiniz?
Çamlıca
O zaman Çamlca'nn bir cazibesi daha tamamen milli olmasıydı. Filhakika Büyükada ve sefarethaneleriyle Tarabya, bir hayli ecnebi yatakları ve şehrin başka yerlerine nispetle, adeta vabancı mahalleleriydi. Hattâ, Bebek bile, yadırgatan yabancıları daha az sayida ve Hiristiyanları daha az samatacı olmakla beraber, vine az çok böyleydi. Fakat Camlıca tamamen Türk ve Müslüman bir muhitti. Ingilizlerin bir cemiyette seyrek yapılan kusurları nezaketen görmemezliğe geldikleri gibi burada da Türkler de tek tük riayayı görmemezliğe gelebiliyorlardı.
75 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.