Bu okuduğum 2. Şükrü Erbaş kitabı oldu. İnsanın okuruna ayna tutan kitapları hep sevmişimdir. İnsanın insandan uzaklaşmasını, insanın kendinden uzaklaşmasını, yalnızlığı, yabancılaşmayı çok içten anlatan bir çalışma olmuş. Çırpınıp İçinde Döndüğüm Dünya, adıyla da müsemma olarak insanlarla beraber ve insanlara rağmen yaşamda verdiğimiz var olma mücadelesini çok çok iyi aktarıyor. İnsan olmaya ve insan kalabilmeye dair yorulmayı ve yıpranmayı, yalnızlaşmayı çok yerinde hissettiriyor Şükrü Erbaş.
Birhan Keskin tadı alıyorum Şükrü Erbaş'ı da okurken. Şiirsel bir anlatımla insan duygularının müziğini dinliyorsunuz bu iki şair - yazarı da okurken.
Bana öyle geliyor ki biz bütün rengimizi sevgiden ve sevgisizlikten alıyoruz. Kalp mi, gönül mü, bazen şaşırıp kalıyorum bu hazineye isim vermekte. Biliyor musun, insan tanrısını içinde taşıyor ama hep uzaklara dua ediyor.
Sessizlik kimsenin bir başına kaldıracağı yük değil. Daha çok geçmişten konuşuruz. Gelecek bizim için acıklı bir zaman artık. Bugünü dersen, yılgınlık gibi bir şey, nesini konuşacaksın? İçindesin işte!
(...) önünüze çıkan her insanla tartışmayınız, tanıdığınız ve hepten saçma şeyler ortaya koymayacak ve böylece utanmak zorunda kalmayacak kadar aklının var olduğunu bildiğiniz insanlarla tartışınız. Delillerle tartışınız, otorite özdeyişleri ile değil; delilleri dinleyiniz ve onların üzerine gidiniz; nihayet hakikate değer veriniz, muhalifin ağzından çıksa bile gösterilen sebepleri severek dinleyiniz ve onlara katlanmak için yeterince adil olunuz; hakikat karşı tarafta ise haksız çıkmayı kabul ediniz.
Çünkü insanlardaki üşengeçlik, onlara zahmet edip kontrol etmektense en iyisi hemen inanmayı önerir. Böylece günden güne böylesi tembel ve saf taraftarların sayısı artar. (...) Diğerleriyse herkesin kabul ettiği fikirlere itiraz eden huzursuz beyinler ve herkesten daha akıllı olmak isteyen ukala delikanlılar olarak görülmesinler diye, genel kabul gören şeyi kabul etmeye mecbur kalıyorlardı. Muvafakat etmek artık görev haline gelmişti. Düşünme yeteneği olan azınlık artık susmak zorundaydı. Konuşma yetkisi olanlar ise kendi fikri ve kendi yargısı olmayan kimselerdi, sadece başkalarının düşüncelerini yankılandıranlardı; bununla birlikte bu insanlar o fikirlerin çok daha ateşli ve çok daha heyecanlı savunucuları olmuştu. Çünkü onlar başka düşüncede olanlardan, sadece başka inanışta olmalarından dolayı değil, aynı zamanda kendi kendine karar verme cüretkarlığından dolayı da nefret ediyorlardı; bunu kendileri asla yapamazlardı ve gizliden gizliye de bunun bilincindeydiler.
"Sonucu neden ile karıştırmaktan daha tehlikeli bir yanılgı yoktur; aklın asıl rezilliği diyorum ben buna. (...) Din kurumu ve ahlak diyorlar ki; "Bir soy, bir halk günah ve lüks yüzünden yok olur." Benim yeniden oluşturulmuş aklım diyor ki; bir halk yok oluyorsa, fizyolojik olarak yozlaşıyorsa, bunun ardından günah ve lüks gelir. Genç adam erkenden sararıp solar. Dostları derler ki şu ve şu hastalıktır bunun suçlusu. Ben diyorum ki, onun hasta oluşu, onun hastalığa direnemeyişi, zaten yoksullaşmış bir yaşamın, kalıtımsal bir tükenmişliğin sonucuydu."
Okurken biraz zorlansam da, ayrıntılı karakter ve ortam betimlemelerinin içinde kaybolsam da öykünün karakteri Mesaadet Hanım'ın ilk aşkının ölüme yakın olduğu günlerde dahi yalnızca kalbinde değil iliklerine kadar yaşamaya devam ettiğini görmek hüzünle karışık düşündürdü de beni. İlk aşklar ölüme yakın daha mı çok anımsanır acaba; insanın yaşlandıkça maziyi, çocukluğunu özlemesi misali?
Gül MevsimidirFüruzan · Yapı Kredi Yayınları · 2022578 okunma