Kıskançlığın, ne kadar hayvanca, fakat aynı zamanda ne kadar insancıl bir duygu olduğunu ilk defa anlıyor, mantık tanımayan bu köpürüşün, hiç değilse yarı yarıya güçsüzlükten, umutsuzluğun verdiği acıdan başka bir şey olmadığını seziyordu.
Kuvvetsizliğini anlıyor, pek ağır bir yükün altında göğsü sıkışıyordu. Bu darlığı ne zaman duysa, Sefiller’den “Foşlövan Baba” nın yüklü arabası altına giren Jean Valjean’ı düşünürdü. İzini kaybettirdikten sonra belediye reisi olup herkesin saygısını kazanan eski kürek mahkûmu, yüklü arabanın altından bir ihtiyarı kurtarmak için her şeyi feda edince, pişmanlık duymamış mıdır? Jean Valjean büyük adamdı. Her büyük adam gibi, kuvvetliydi. “Pişmanlık duymamıştır. Duyduysa bile bu yılgın duyguyu yenmeyi bilmiştir. Çünkü Jean Valjean, Victor Hugo’dan başkası değil ki... ”
İyi ama, dünyada bu kadar taze umut varken...Umut bu kadar bolken...Umut doğup yeni umutlar doğurarak durmadan artarken bize umutsuzluk nereden geliyor?
Harpte değilim,' diye hiç üzülmeyin. 'Sultanahmet Mitingini'ni görmedim,' diye üzülmelisiniz! Kadınlar, muhallebici dükkanlarında, tiyatrolarda kendileri için gerilen kafesleri, tramvaylarda, vapurlarda çekilen perdeleri bir yıkış yıktılar ki..