(...) ama bir yandan da bu kadar köklü bir değişiklikten korkuyordun, işte o yüzden miden sancılanıp için yarılırcasına perişan etmişti seni. Bu, bütün ömrünce böyle oldu. Ne zaman bir yol ayrımına gelsen bünyen iflas eder; çünkü bünyen her zaman aklının bilemediğini bilmiştir; bünyen ister mononükleoz, ister gastrit, ister panik atakla iflas etmeyi seçsin, her seferinde aklının kaldıramayacağı ya da karşı koymayacağı darbeleri yemiş, senin korkularının ve içindeki savaşların sarsıntısını yüklenmiştir.
Hüç kuşkusuz sakat ve yaralı bir insansın, ta baştan beri içinde yara taşıyan birisin (yoksa ne diye bütün ömrünü sayfaların üzerine o yaranın kanını akıtırcasına sözcükler dökerek geçiresin?); alkol ve tütünden aldığın haz sakat bedenini ayakta tutup dünyayı dolaşmanı sağlayan koltuk değnekleri işlevini görüyor.
Olması mutlak olan olaylara karşı beklenmeyen olaylar; bu sabah aynaya bakarken, önünde sonunda sona ermesi gibi kaçınılmaz bir olay dışında yaşamın baştan sona raslantılarla, olasılıklarla dolu olduğunu fark ediyorsun.
Bunun hiç başına gelmeyeceğini, gelemeyeceğini, dünyada bunlardan hiçbirinin başına gelmeyeceği tek kişi olduğunu sanırsın; sonra tıpkı herkese olduğu gibi hepsi teker teker senin de başına gelmeye başlar.
"Ne büyük raslantı," dedim kendi kendime. Hayatım bunun gibi bir sürü ilginç olayla doluydu ve ne kadar çabalarsam çabalayayım bu tür şeylerden sıyrılamıyordum. Beni durmadan bu tür saçmalıklara bulaştıran dünya ne biçim bir dünyaydı?
Arzunun en korkunç tarafı gücü değil devamsızlığıdır, Anna Karerina'da bunu da görürüz. Tutkunun insanın içindeki benlikleri nasıl şiddetle ele geçirdiğini gördük, ancak bu tutku zamanla solar ve tüm duyguları karşı konulmaz bir şekilde yıpratır.
Bu önce, Vronski'nin başına gelir: Anna'yla beraber İtalya'ya seyahati sırasında, bir dileğin gerçekleşmesinin mutluluk getirmeye yetmediğini çok geçmeden anlar.
"Ne var ki Vronski, uzun zamandır arzuladığı şey tümüyle gerçekleşmiş olmasına rağmen, tam olarak mutlu değildi. Arzusunun gerçekleşmesinin, beklediği o mutluluk dağından sadece bir kum tanesi bıraktığını hissetmişti. Bu gerçekleşme, insanların mutluluğu bir arzunun gerçekleşmesi saymak gibi ebediyen yaptığı bir hatayı göstermişti ona."
Büyük Rus yazar bizlere edebiyatın tek görevinin dünyayı en ince ayrıntısına kadar anlatmak olmadığını, daha yüce bir işlevi de bulunduğunu, doğru bir okumayla dünya üzerinde daha iyi yaşayabilmenin yollarını bulmamıza yardım ettiğini söyler.
Bu romanda sanırım biz dedektif romanı yazarları da çözüm konusunda gerek kendimizi aşacak gerekse diğerini şaşırtacak ve kafasını karıştıracak açıklamalar getirmekte başarılı olduk. Buna niye şaşırıyoruz ki, yoksa büyük bir dedektifin alaycı söylemine çok mu alıştık: "Bu olayların sadece tek bir açıklaması olabileceğini göremiyor musun sevgili Watson?" 'Whyn Nehri Cinayeti'ndeki deneyimden sonra büyük dedektiflerin kendilerini daha ölçülü ifade etmeyi öğrenmiş olmalarını umuyorum.
Ey toprak, ört onun gözlerini
Mühürle o güzel yorgun gözleri ey toprak
Sar onu sıkıca, mutluluğa yer bırakma
Sokulamasın ne neşe ne de iç çekişler yanına
Onun soruları yok artık, cevapları da