19. yüzyıl sonlarında Midilli'de 61 cami, 38 hamam, 7 tekke, 4 medrese, 93 kilise-manastır ve 147 okul bulunuyordu. Osmanlı döneminden günümüze intikal eden mimari eser sayısı ise oldukça azdır.
Midilli'nin Yunan askeri tarafından işgali üzerine onlara yardım ve rehberlik etmek üzere kurulan ve Batı Anadolu'dan bazı Rum vatandaşların da katıldığı bu çeteler ve işbirlikçileri Midilli'deki savunmasız Müslüman ahaliden kimini öldürmüş, kimi kadınlara tecavüz etmiş, ev ve mallarını yağmalamıştı.
Osmanlı Rumlarından bazıları çeteler arasına karışarak her tarafa saldırdılar. Midilli şehrine yakın bulunan köyleri basarak halkın para, mücevher ve kıymetli eşyalarına el koydukları gibi kadın ve kızların başlarını açarak zorla kahvehanelere götürmek suretiyle taciz ettiler ve engel olmaya çalışanları öldürdüler.
Teslim teklifi karşısında Abdülgani Bey, Osmanlı askerinin cephanesi bitmeden ve kasaturaları kırılmadan teslim olmayacağını bildirdi ve askere savaş hazırlıkları için emir verdi.
18 mart 1915 deniz savaşı sonrası 25 nisan 1915te başlayan çanakkale kara savaşlarına dair yerli yabancı yazarlar, tarihçiler, araştırmacılar tarafından yazılmış birçok kitap var.
okumuş olduğum bu kitap dışarıdan bakıldığında bunlardan biri gibi görünse de aslında tam olarak böyle değil.
zira
Ve İstanbul'dan gönderilen bir mektup: "Sanayiden, sonra ticaretten, ziraattan mahrum olan Türkiye'nin siyasetini idare etmek için bir ordusu vardı. Bu efsane de artık uçtu, gitti. Onda artık ne kaldı?" diyordu.
Rumeli eski şeklini alamaz. Artık Rumeli bir daha yapışmamak üzere Türk ilinden kopmuştur. Avrupa'nın orduları
gelip sırp ve Bulgarları buralardan çıkaramaz ya!
Sekiz sene önce, okuldan yeni çıktığım vakit gezdiğim bu yerleri, bir gün böyle kaçarak terk edeceğimizi hiç aklıma getirir miydim?
Ayın kaçı? Bugün ne? Bilmiyorum. Benimle beraber kimse de bilmiyor. Ne felâket ya Rabbi! Geri çekilmenin, bozulmanın en çirkinini gördüm. Bugün burada, Köprülü'nün
önündeyiz. ikinci tümen kaçtı. Yalnız biz, nizamiye tümeni kaldı. Birden "geri çekil" emri verildi. Hep kendimizi galip
sanıyorduk. Meğer müthiş bir şekilde mağlupmuşuz. Toplar filan hep kaçtı. En nihayet bizim tabur kalmıştı. Biz de çekildik. Bütün gece, tam on iki saat yürüyerek sabaha yakın Kiliseli'ye geldik. Oradan dün sabah kalktık. Buraya döküldük. Yolda uzun bir muhacir kafilesine tesadüf ettik. Oh ne
felâket! Kadın, çoluk-çocuk tam beş bin evmiş.
2. Balkan savaşına subay olarak katılıp esir düşen Ömer Seyfettin, sevk ve idarenin iaşenin yetersizliğini günlük tarzında kaleme almış. Balkan milletlerinin Türkleri istemediğini yorgun askerlerin köylere bile sokulmadığına tanık olmuş.
Pek çok Türk okuru gibi benim de Ömer Seyfettin ile tanışmam ilkokul yıllarımda oldu. Ömer Seyfettin'in pek çok hikayesi adeta bir çocuk kitabı sayılmış ve o yaşlarda okunmalıymış gibi takdim ediliyordu. Anlaşılan o ki Türkiye'de böyle bir gelenek var; yani Ömer Seyfettin bir çocuk edebiyatçısıymış gibi algılanmış. Halbuki buna itiraz
Herkese Merhaba,
Daha önce hep okumak istediğim olan Ömer Seyfettinin Balkan savaşı günlüğü kitabını bugün okudum.
Kitapta 1912-1913 yılları arasında Ömer Seyfettinin Istanbuldan trenle yola çıkarak Makedonyaya oradan Arnavutluk'a oradanda
Yanya savunmasında Yunanlara esir düşüşünü anlatan Balkan savaşı anılarını okuyacaksınız.
Okurken hem üzüleceksiniz, hemde sinirleneceksiniz. Askerlerin birbirleriyle olan iletisimsizliğini , zafere olan inancsizligini, Komutanların liyakatsizligini , Türk askerlerinin geri çekilirken yaşadığı zorlukları, Saçma sapan söylentiler ile askerlerin nasıl moralinin bozulduğunu ve Milliyetçi Arnavutlarin ihanetlerini okuyacaksınız...
Umarım geçmişte yaşanılan bu gibi olaylardan ders alırız ve bir daha hiç yaşamayız...