Fakat neredeyse tüm isteklerimin yerine geldiği ve yaşam karşısındaki beklentilerimin karşılıksız kalmadığı o dönemde kendimi hiçbir biçimde mutsuz hissetmemiş olduğumu da kesinlikle söyleyebilirim. Ne var ki kaderin tüm beklentilerimi yerine getirmesi ve benim de bunun ötesinde hiçbir şey talep etmeyişim bir alışkanlık haline geldiğinden bu hal giderek yaşamda bir heyecan eksikliğine ve cansızlaşmaya yol açtı.
O zamanlar ben olan kişi, iç ve dış görünüşü bakımından ait olduğu toplumsal sınıfın, yani biz Viyanalılar özellikle gururlanmadan, olağan bir durumu ifade edercesine “seçkin tabaka” diye adlandırdığımız sınıfın çoğu üyesinden pek farklı değildi.
Geçmişe değil geleceğe bakalım sözünü kısmen doğru bulmadığım zamanlarda okudum ve henüz bitti. Konu olarak geniş bir tanımlamaya ihtiyaç duyduğum bu kitapta kısaca geçmiş tamamen değiştiriliyor, geçmiş tamamen yok sayılıyor ve oluşturulan bu dünyada bir gelecek görünmüyor. Bir bireyden öte bir toplum, herhangi bir yaşam formu; geçmişini tanımadan geleceğe ilerleyemez. Geçmişin yalnızca yok sayılmadığı aynı zamanda değiştirildiği, bugünün tamamen yalandan ibaret olduğunu kesin bildiği bir hayatta ana karakterin sıkışıp kalma hissini ve bunun için bir çıkar yol aramasını izliyoruz. Bu durumdan bir nebze olsun sıyrılmak için ihtiyaç duyduğu ve yasak olan bir bağlılık ile hikaye evrilmeye başlıyor.
Kitapta 3 ana cümle açıklanıyor ve bahsedilmeyen üçüncü bölüm cehalet güçtür, burası da dikkat çekici. Çünkü parti güçtür, diyor kitap. Burayı özümsemek gerekir.
“Tarih durdu” diyor kitabın bir sayfasında ve yaşadığımız ülkedekine benzer bir yakınlık hissediyoruz okurken, bunu eminim her okur hissetmiştir.
-Spoiler-
En son o kurşunun beynine girme anı, bunu kendisinin istemesi ve kitabın tam da bu anda bitmesi beni oldukça etkiledi. Çünkü tüm kurşunlar fiziksel değildir bu hayatta ve insan olarak, insan olmamızın bir getirisi olarak acıya ve burada acının sebebini olan sevdiğimiz birine, en çok da kendimize yaptığımız ihanete ne kadar dayanabiliriz?
1984George Orwell · Can Yayınları · 2019165,8bin okunma
Mutlu son dediğimiz nedir ki Osman? Anlatanlar hikayenin mutluluğa yakın bir yerinde anlatmayı bıraktıkları için birilerinin sonsuza dek pembe bulutlarda yaşadıklarını sanıyoruz.
Şu hayatta öğrendiğim iki şey var; Birincisi, taşınırken koli bandıyla makasın yerini asla unutmayacaksın. İkincisi, sermayeyi eşşeğe başlamayacaksın. İnsan şahsi hayatının sürdürülebilirlikle ilgili olan kısmını değişken, kendinden bağımsız olarak hareket eden fani bir şeye bağlarsa ayvayı yiyor gerçekten de. Tutunacak bir şey arayan herkese kendilerine tutunmalarını tavsiye ediyorum. Biliyorum onun da sağı solu belli olmuyor ama yine de elimizdeki seçenekler arasında en iyisi bu, hem bakma eğlenceli de. Memnun kalmayan gelsin beni bulsun, yerim adresim belli Osman.
Onunkine benzer ama muazzam güçlü, muazzam sistematik, çok daha az korku yüklü bir zihnin ürünüydü. Bildiği en iyi kitaplar insana zaten bildiğini anlatanlardı.
Savaş karşısında neredeyse en akılcı tutumu gösterenler, sürekli el değiştiren bölgelerdeki bağımlı halklardır. Savaş, onların gözünde, dev bir deprem dalgası gibi tepelerine çöküp giden, sonra tekrar gelen bir musibetten başka bir şey değildir. Hangi tarafın kazanacağı konusunda tam bir kayıtsızlık içindedirler. Efendilerinin değişmesinin hiçbir fark yaratmayacağının, yeni efendilerinin de onlara eskileri gibi davranacağını, önceki ile aynı muameleyi göreceklerinin farkındadırlar.
En iltimaslı grupları bile sıkıntının eşiğinde tutulması kasıtlı bir politikadır, çünkü genel yoksunluk hali ufak ayrıcalıkların önemini arttırır ve gruplar arasındaki ayrımı büyütür.