Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Mecruh

#GazaStarving
Ben sefâletten ölürken seni sıkmazsa refah, Hak erenler buna ummam ki desin: Eyvallah! Şöyle bir bak: Ne harâb ortalığın manzarası... Ama hiç deşme sakın, çünkü yürekler yarası. Hani, insan sesi çağlardı şu vâdîlerde... Sor ki âfâka, o âlemler, o demler nerde? Yemyeşil yurda çöken kapkara toprak rengi; Dindi binlerce hayâtın ezelî âhengi. Yok civârımda bugün aç yatanın pâyânı; Her perîşan yuva bir âile kabristânı!
Reklam
Evet, ilk başlarda biraz fazla entelektüel ifadeler olarak kalabilirler ama sonra yaşamla ilişkilerini göreceğiz. Denetim odaklı korku kültürü yerine "dış tanıklığa önem veren", gelişim odaklı değerler kültürü yerine de "iç tanıklığa önem veren" kültür de diyebiliriz. Neden böyle diyorum? Çünkü korktuğun birinin gözüyle kendi
Sayfa 32 - Kronik KitapKitabı okuyor
Sosyal medyadan kaptığımız mesajın ne olduğunu ve basılı ki­taplardan kaptığımız mesajdan ne farkı olduğunu düşündürdü bunlar bana. Önce Twitter'ı düşündüm. Birincisi: Hiç­ bir şeye uzun süre odaklanmamalısın. Dünya 280 karakterden olu­şan kısa, basit ifadelerle anlaşılabilir ve anlaşılmalı. İkincisi: Dünya çok çabuk yorumlanmalı ve anlaşılmalı. Üçüncüsü: İnsanların he­men seninle hemfikir olmasından , kullandığın kısa, basit, hızlı ifadelere alkış tutmasından daha önemli bir şey yok. Başarılı ifade bir sürü insanın hemen alkış tuttuğu, başarısız ifade ise insanların gör­mezden geldiği ya da ayıpladığı bir ifade. Peki ya Instagram ? Birincisi: önemli olan dışarıdan nasıl gö­ründüğünüz. İkincisi: önemli olan dışarı dan nasıl göründüğünüz. Üçüncüsü: önemli olan dışarıdan nasıl göründüğünüz. Dördüncüsü: önemli olan dışarıdan görünüşünüzün insanlar tarafından beğenilip beğenilmediği.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Uyku konusunda ne kadar sorunlu hale geldiğimizin göstergelerinden biri de, bu kriz konusunda bizi en çok uyarması gereken insanların -doktorların - lisanslarını almak için uykusuz kalmak zorunda olmaları. Tıp eğitiminin parçası olarak doktorların yirmi dört saatlik zorlu nöbetler tutmaları gerekiyor -24 adlı dizide Kiefer Suther­land'in canlandırdığı, terörist peşinde koşmaktan uyku uyuyamayan karakterden esinle "Jack Bauer çekmek" deniyor bu nöbetlere. Hastalarını tehlikeye atan bir uygulama bu. Ama uyku hakkında en bil­gili olması gereken insanların dahi akıl mantık sınırlarının ötesinde uykusuz kalmayı fetişleştirdiği bir kültür haline gelmiş durumdayız.
85 sayfalık bir gazete okuduğunuzu hayal edin. Ortalama bir insanın 1986 yılında -televizyon, radyo, basın aracılığıyla- maruz kaldığı enformasyonun hepsini topladığınızda günde 40 gazeteye karşılık geliyormuş. 2007 yılına gelindiğinde bu rakam günde 174 gazeteye çıkmış.(O zamandan bu yana da daha da artmıştır eminim.) Enformasyon hacmindeki artış dünyanın hızlandığı hissini doğuruyor. Bu değişim bizi nasıl etkiliyor peki? Bu soruyu sorduğumda gülümsüyor Sune. “Süratin insana çok İyi hissettiren bir tarafı var… Buna bu kadar gömülmüş hissetmemizin bir nedeni harika bir şey olması, değil mi? Bütün dünya ile bağlantı içinde olduğunuzu, herhangi bir konuda olup biten her şeyi öğrenebileceğinizi hissediyorsunuz.” Gelgelelim maruz kaldığımız enformasyon miktarında ve bu enformasyonun giriş hızında meydana gelen muazzam artışın bir bedeli olmadığını söylüyoruz kendimize. Bu bir yanılgı: “Çok yorucu hale geliyor.” Daha önemlisi, “Her türlü boyutuyla derinliği feda ediyoruz.” diyor Sune. “Derinlik için zaman gerekiyor. Derinlemesine düşünmek gerekiyor. Her şeye yetişmeniz, her dakika e-posta göndermeniz gerektiğinde derinliğe ulaşacak zamanınız olmuyor. İlişkilerde derinlik için de zaman gerekiyor. Enerji gerekiyor. Uzun zaman aralıkları gerekiyor. Kendinizi adamınız gerekiyor. Dikkat göstermeniz gerekiyor, değil mi? Derinlik gerektiren her şey zarar görüyor. Yüzeye doğru çekilip duruyoruz.”
Reklam
Onca zamandır -Twitter'ın zaman akışı gibi- çok hızlı ve çok geçici şeylere bakıp duruyordum. Bakışınız hızla akan şeylere takılıp kaldığında kendinizi endişeli, telaşlı hissediyorsunuz; hareket etmezseniz, ellerinizi sallamazsanız, bağırmazsanız sürüklenip gidecekmiş gibi. Şimdi ise çok eski ve çok kalıcı bir şeye bakar haldeydim. Bu okyanus benden çok önceleri buradaydı, diye düşündüm; benim ufak tefek kaygılarım unutulup gittikten çok sonra da burada olacak. Twitter size, tüm dünya kafayı sizinle ve küçük egonuzla bozmuş, sizi seviyor, sizden nefret ediyor, şu an sizden bahsediyor gibi hissettiriyor. Okyanus ise dünya sizi yumuşak, ıslak ve sıcak bir kayıtsızlıkla selamlıyormuş gibi hissettiriyor. Avazınız çıktığı kadar bağırsanız da karşılık vereceği yok.
Sürekli mutluluk içindeki acısız hayat artık insan hayatı olmayacaktır. Olumsuzluğun peşine düşen ve onu dışarı atan hayat kendini geçersiz kılar. Ölüm ve acı birbirine aittir. Acıda ölüm önceden hissedilir. Acıyı yok etmek isteyen insan ölümü de ortadan kaldırmak zorundadır. Ama ölüm ve acısı olmayan hayat insani bir hayat değil ölmemişlik hayatıdır. İnsan hayatta kalmak uğruna kendini ortadan kaldırır. Muhtemelen ölümsüzlüğe de erişecektir ama 'hayatı pahasına.'
Yeryüzünün düzeni günümüzde sonuna geliyor. Yerine dijital düzen geçiyor. Heidegger yeryüzü düzeninin son düşünürüdür. Ölüm ve acı dijital düzende yer almaz. 'Arıza' olarak görülürler. Üzüntü ve özlem de şüphe uyandırır. 'Uzağın yakınlığının acısı' dijital düzene yabancıdır. Yakın, uzağa taahhütlüdür. Dijital düzen yakını mesafesizliğe indirgeyerek acı vermemesini sağlar. Hazırda bulundurma baskısıyla her şey ulaşılabilir ve tüketilebilir hale getirilir. 'Dijital habitus' şudur: Her şey hemen hazırda olmalıdır. Dijital düzenin hedefi topyekûn hazır etmedir. "Yapılamaz olan karşısındaki tereddütlü çekingenliğin yavaşlığı"ndan yoksundur. Sır, yeryüzü düzeni için özseldir. Dijital düzenin sloganıysa 'şeffaflık'tır. Bu her tür gizliliği ortadan kaldırır. Dijital düzen dili de şeffaflaştırır, yani onu enformasyon şeklinde şeyleştirerek hazırda tutar. Enformasyonların gizli bir arka yüzü yoktur. Dünya, verilere dönüştürüldüğünde şeffaflaşır. Algoritmalar ve yapay zeka insan davranışını da şeffaf, yani hesaplanabilir ve yönlendirilebilir hale getirir. Dijital düzenin ruhu Dataizm, veri totalizmidir. Anlatının yerine hesaplamayı geçirir. Dijital sayısal demektir. Sayısal da anlatıdan daha şeffaf, daha hazırdadır.
"Acılar ne sağlar?" sorusuna von Weizsacker şöyle cevap verir: "Öncelikle ancak acı bana neyin benim olduğunu ve nelere sahip olduğumu öğretir. Ayak parmaklarım, ayağım, bacağım ve üzerinde durduğum topraktan kafamdaki saça kadar her şeyin 'bana ait' olduğunu acı sayesinde öğrenirim. Ve yine acı sayesinde bir kemiğin, akciğerin, kalbin ve iliğin oldukları yerde olduklarını ve bunların her birinin kendi acı diline sahip olduğunu ve kendi 'organ lehçesi'ni konuştuğunu öğrenirim. Bütün bunlara sahip olduğumu tabii ki başka yoldan fark etmiş de olabilirim ama bunların ne kadar değerli olduğunu sadece acı öğretir bana; tek tek her birinin benim gözümdeki bedelini ve değerini sadece acı sayesinde öğrenirim ve bu acı kanunu aynı şekilde dünya ve onun üzerindeki şeylerin bedeli için de geçerlidir." Acı olmaksızın ayırt edip değer biçmek mümkün değildir. Acısız dünya aynının cehennemidir. Umursamazlık hâkimdir burada. 'Eşsiz' olanın ortadan kaybolmasına neden olur.
Okul ile üniversite, şirketler ve bir de hükümetin oluşturduğu üç başlı kural canavarı aracılığıyla Amerikan toplumu radikal bir şekilde bireysellikten uzaklaştırıldı; Amerika'daki her beş işten biri diğerinin davranışlarını gözetlemenin bir biçimi.
Reklam
Hayatı anlamlı bir şekilde bitirmek artık mümkün değildir
Dijital hipokondri, sağlık ve zindelik uygulamaları ile kendini sürekli ölçme, hayatı bir 'işlev' haline indirger. Hayat kendisine anlam kazandıran her tür anlatıdan arındırılır. Artık 'anlatılabilir' olmaktan çıkıp 'ölçülebilir' ve 'sayılabilir' olana dönüşmüştür. Hayat çıplak hatta müstehcen hale gelir. Hiçbir şey süreklilik vaat etmez. Hayatı salt hayatta kalmaktan daha fazlası kılan tüm semboller, anlatılar ya da ritüeller hepten soluklaşır. Ataların anılması gibi kültürel pratikler ölülere de canlılık kazandıragelmiştir. Burada hayat ve ölüm sembolik bir alışverişte bir araya gelir. Hayatı sabitleştiren kültürel pratikleri hepten yitirmiş olduğumuz için hayatta kalma serisi baskın hale gelmiştir. Günümüzde ölmek insanlara özellikle zor gelir, çünkü hayatı anlamlı bir şekilde bitirmek artık mümkün değildir. Olmadık bir zamanda sona erer. Uygun zamanda ölemeyen, zamansız ölmek zorundadır. Yaşlı olamadan yaşlanırız.
Olumluluk Toplumu
Günümüzdeki algofobinin temelinde bir paradigma değişimi yatar. İçinde yaşadığımız toplum her tür olumsuzluktan kurtulmaya çalışan bir olumluluk toplumudur. Acıysa olumsuzluğun ta kendisidir. Psikoloji de bu paradigma değişimini izleyerek "acı çekme psikolojisi" şeklindeki negatif psikolojiyi terk ederek sıhhat, mutluluk ve iyimserlikle ilgilenen "pozitif psikoloji"ye yönelmiştir. Olumsuz düşüncelerden uzak durulması gerekir. Bunların yerine derhal olumlu düşünceler konmalıdır. Pozitif psikoloji acıyı bile performans mantığına tabi kılar. Neoliberal dayanıklılık ideolojisi travmatik deneyimleri performans artışı için katalizatör haline getirir. Hatta travma sonrası büyüme gündeme getirilir. Ruhsal bir ağırlık antrenmanı olarak dayanıklılık çalışması, insanları acıya olabildiğince duyarsız, daima mutlu bir performans öznesi olarak şekillendirmeyi amaçlar.
Sayfa 14 - MetisKitabı okudu
Kurtlukta düşeni yemek kanundur.
"Yenik düşmüştük bir kez... Yenik düşeni rakamların gerçeği bile kurtaramaz." Sıkıntılı bir sessizlik oldu. "Karşımdakilerden biri, 'Madem bu kadar aklınız rakama eriyordu da,' dermiş gibi, 'Balkan yenilgisinden sonra, Dünya savaşı'na hangi hesapla girdik?' diye sordu. Kibarlık etmiş, 'Girdiniz,' dememişti. Bu soruda kıyıcı bir alay vardı. Bir politikacı için en müthiş ceza, devletinin kendi elinde batmasıdır. Bunun hiçbir özrü yoktur. İmparatorluğu elimize geçirdiğimiz zaman nüfusu 35 milyondu. Yedi düvelin kağıt üstünde de olsa bizim saydığı bir milyon sekiz yüz bin kilometrekare toprağı vardı. Sınırları Kongo'yu, Sudan'ı, Eritre'yi, Somali'yi içine alıyordu. Tunus, Fas, Libya, Mısır, Kıbrıs resmen kaybedilmiş değildi. Bu koca imparatorluk bizim elimizde ölmüştü. Suç ne kadar büyükse, çekilecek cezanın da o kadar büyük olması gerekir. Biz dünyanın en ağır suçunu, biraz tartaklamayla savuşturulur sandık. Bu anda yüzüme vuran darağacı gölgesi suikast suçlusu olduğumdan değildir Emincim... Büyük suçun gölgesidir bu. Tarihin örneğini yazmadığı kurtlar boğuşmasına girip yenik düştük. Kurtlukta düşeni yemek kanundur."
Sayfa 236Kitabı okudu
- "Ne güzel söz oyunları! Sembolik... Şiir bile yazılır bunlarla." - "Haklısın, yazılır!" Doktor İhsan arkasına dayanarak güvençle gülümsedi. "İnsanı bulmadan hiçbir şey bulunamaz, insan da ruhtan, yokluktan başka bir şey değildir. Çünkü asıl varlığını maddesi taşımaz, maddesini kavrayan yokluk taşır. Yokluk... Yani ruh... Yani maddenin cevheri... Ruhun varlığı nasıl anlaşılır bir şey değilse, yokluğu da öyle anlaşılır bir şey değildir. Aslına bakarsan biz burada ruhları değil, kendimizi sorguya çekiyoruz." Mutlulukla içini çekti. "Hiçbir umulmazlık, kendimizi sorguya çekmemizin şaşırtıcılığını aşamaz."
Sayfa 180Kitabı okudu
Bir gün bana anlattıydı uzun uzadıya, 'Her zengin senin istediğin işi göremez', dediydi. Dediydi ki, 'Milli zenginin adı, burjuvadır. Batı'da derebeyliğin içinde yetişir bu hayvan... Bundan önce de tarihte zengin vardır, ama hiçbiri burjuva değildir. Hele Doğu'dakiler hiç değildir,' dediydi. Anlattıydı burjuvanın özelliğini... İşe yatırırmış eline geçeni, son meteliğine kadar... Gerçekten hürlük istermiş ki pazardaki rakipleriyle boğuşmaya girişip hepsini ortadan kaldırsın! 'Sizinkilerde burjuva çekirdeği yoktur, olamaz da hiç,' dediydi, 'bu sebeple bunlar sırtlarında devlet dayanağını aralıksız duymak isterler, bunlar tekel isterler. Yani isterler ki, devlet her işi bunların yerine yapsın, bütün tehlikeleri ortadan kaldırsın, zararlarını da gerektiğinde yüklensin! Bunlara salt, kürekle para toplamak kalsın... Topladıklarını yeniden yatırmayı da kendilerinden hiç kimse istemesin. Kazansınlar, kazandıklarını saklasınlar, taşa toprağa gömsünler, hatta yabancı ülkeler bankalarına kaçırsınlar. Devleti bırak, kendi kendilerine destek olamaz bunlar... İş bilmedikleri için, azınlıkların elinden iş alanlarını da çekip alamaz hiçbiri... Belki bunlarla ortak olur kimisi, böylece de devlet, eskiden bir ödüyorsa, beş ödemek zorunda kalır.'
Sayfa 113 - İthaki YayınlarıKitabı okudu
115 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.