Bir kedi hikayesi: Tanizaki’nin “Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın” öyküsü...
Öykü, insan ilişkileri, sevgi ve kayıp gibi derin konuları ele alırken aynı zamanda insan psikolojisinin karmaşıklığını da yansıtıyor. Öyküde, insanların kendi iç dünyalarında ve ilişkilerinde yaşadıkları çatışmalar ve karmaşıklıklar işlenirken, bir kedinin hayatlarına getirdiği değişim ve sembolizm üzerinden derin bir felsefi anlam da sunuluyor.
Öykünün başında Sinako, eski kocası Sozo’nun yeni karısı Fukuko’dan kedi Lili’yi ister. Kedinin Sinako’ya gitmesinin ardından, Sozo çok şiddetli bir kayıp duygusu yaşar. Eski karısının evine gidip, gizlice Lili’yi görmeye karar verir. Kitapta Sozo’nun insan ilişkilerinde kimseyi Lili kadar sevmediği anlatılır. Lili ise Sozo’nun sevgisine kayıtsızdır. Sozo, Lili’yi görmeye gittiğinde “Sinako kediyi çok seviyor olmalı.” diye düşünür. Çünkü o artık yoksul bir kadındır ama yine de Lili’yi iyi beslemektedir. Lili’nin yastıkları, Sinako’nun kendi yastıklarından bile kalındır.
Lili, hayatındaki insanlar tarafından birbirlerine karşı bir silah olarak kullanılmış olabilir; ama dördünün içinde gerçek anlamda sevilmis olan sadece odur. #nihanhocanınkitapları #felsefecininkitapları #okuyarakyasa #okuyorum #okudumbitti #kitapkurdu #kitapyorum #kitapbenim #bookstagram #booklover #books #instabooks #kitapsevgisi #kitapokuyorum #kitapyorumu #kitapalışverişi #kitapokumak #kitapkolik #kitapevi #kitaptansözler #kitapdelisi
Felsefe dolu bir yolculuğa hazır mısınız? Gary Hayden’in @omegayayinlari’ndan çıkan “Büyük Filozofların Tuhaf Fikirleri” kitabıyla bu yolculuk çok eğlenceli!
Kitapta, ünlü filozofların sıra dışı fikirlerini kısa anekdotlarla bulacaksınız. Hem lise öğrencileri için harika bir kaynak, hem de felsefeye yeni başlayanlar için ilgi çekici bir başlangıç kitabı!
Ben de derslerde kullanabileceğim ilginç bölümleri belirledim. Evet, hâlâ keşfetmeye devam ediyorum. Gelişimin sonu yok, değil mi?
Siz de felsefeyle ilgileniyor, yeni başlıyorsanız ya da farklı fikirler arıyorsanız, bu kitabı kaçırmayın!
Bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında devcileyin bir böceğe dönüşmüş olarak bulan roman kahramanı Gregor Samsa’yı tanımayan yoktur sanırım.
Işıl Kocaoğlan sayesinde bu kez sabah yatağında uyandığında kendini bulamayan, yok olduğunu farkeden bir adamla tanışıyoruz. Bu yok oluş ona, hayatına uzaktan bakması ve inandığı , önemsediği kavramları değerlendirmesi için bir fırsattır. Bakalım kahramanımız bu fırsatı değerlendirebilecek mi?
______________________________________
SPOILER İÇERİR!
______________________________________
Uzun zamandır okuduğum en ters köşe hikayeydi. ‘Bakalım bunlar rüya mı çıkacak?’ ya da ‘Yok olduğu gibi, bir anda belirip yeniden var olacak mı?’ derken karakterimizin aslında bir roman karakteri olduğunu ve ismi bile olmadığını öğreniyoruz. Kurgu içerisinde irade özgürlüğü problemini, ahlakın ilkelerini, görünmez olsanız neler yapabileceğinizi, kendi hayatınızda kendi yerinizi ve kendi yaratıcınız olduğuna inandığınız güçle yüzleşmenizi değerlendirebilirsiniz.
… gerçeklerden korkuyorsun. Çünkü her şeye gözünü kapatıp etrafını görmezden gelmek, olan bitenle yüzleşmekten daha kolay senin için. … sen , kendini önyargılarının ve alışkanlıklarının hücresine hapsettin.
Bu saatler hakkında pek fazla bilgim yoktu ama enerjisini onu takan kişiden aldığını öğrenince çok etkilendim. Düşünsene, yalnızca sen onu hareket ettirdiğin sürece çalışıyor. Her şey duruyor hareket olmayınca. Yani sen yoksan zaman da yok oluyor.
Evet insanlar hayatları boyunca ölümü kendilerinden başka herkesle ilişkisi olan bir gerçeklik olarak algılıyorlardı. (…) Ölüm vardı. Anne ve ölüm, baba ve ölüm, kardeş ve ölüm, teyze, amca, arkadaş, yabancı biri diye gidiyordu bu, ama “ölüm ve ben” yoktu.
Düşünce, tüm dünyadan, tüm insanlardan, hayvanlardan, eşyalardan, canlılardan, cansızlardan, filmlerden, kitaplardan, yaşayanlardan, ölülerden, hepsinden, her şeyden daha somut bir şeydi.