O, çoksesli kemanların
Parmakları kırık virtiözüydü
Göğe doğru burulmuş yağmurların altında öldü
Yüzünde yaşanmamış hülyaların
De ki minesi soldu
O upuzun gecelerin
Saçakaltlarında ıssız bir yarasa
Bir şeyleri bekliyordu ama neyi kimi
Düdüklerini evde unutan bekçilerin
Sokaklara karşı özrü gibiydi
O, derin yalnızlıkların
Kalabalıkla çarpıştığı bir köşe başıydı
Utangaç sıkıntılı mağrur
Yaşamak bir özürse kabahatinden büyük
Ölümü kendinden menkul
Bir tek kendini ağlattı mendebur...
Yağmurda ölürüm, su çeker bedenim
Bir yeraltı ırmağı olur gömülünce
Ben bu dünyada bir tek hayat’ı sevdim
Karşılıksız aşkların lümpenliğince
Yağmurda öleyim, su çeksin bedenim
Sokağın ortasında serseri bir ağaç gibi
Anlasan, sen anlardın kalbim
Göğün toprağa akıttığı o şehveti
Yağmurda ölürüm, kağıda yine zam gelir
Ben uzun uzun üşürüm ıslaklığımdan
Su ve kan! Görüp göreceğim budur
Rivayet olunur kim, suyun kanı yıkadığından
Yağmurda öleyim, su çeksin bedenim
Kan! En dayanıklı tüketim malımızdır, onu kimse yıkamaz
Dolar, Mark, İMKB, Altın, Hisse Senedi...
Kalbim, kanla yıkananlar bir daha onmaz.
Yağmur, ağıt yak ardımdan
Karanlık sokaklar boyunca
Ben yurdumun özoğluyum
Kimseler yanmıyor bana
Yaprak yaprak içimde yalnızlık
Onun dalları dünyadır
Kendi göğümde bu sürgünlük
Bedenimdir ona tek sınır
Kimsenin bir şey söyleyeceği yok
Ben susarsam, konuşmazsam
Acı bile sustu artık
Yağmur, ağıt yak ardımdan...
Leyli okudum ölümün okulunu
Beştaş oynayarak yıllarla
Yüzümde mecburi hizmet solgunluğu
Uçkuru düşük bir acının ayazında
Leyli okudum... aklım karışık, bıyıklarım gürdü
Ömrünü parselleyip, alkole imar izni çıkartmakla
uğraşan
Bir memur, dayardı yüzüme yüzünü
uzun uzun içerdik her akşam
Leyli okudum ölümün okulunu
Ben çalışkanıydım intiharların - ip, ilaç ya da
sınıfta kaldım, okşadım diye oğlumu
Tayinim çıktı hayatın doğusuna...
Usul usul geceleyin
Sirenler duyarsan derin
Kapını gökyüzüne dayayıp da bekle
Yolunu şaşırmış bir yıldız düşer belki üstüne
Başını yastığa göm
Yüreğini ayışığına ayarla
Yorganına sıkıca sarın
Derin bir nefes al
Ve sakın ağlama...
Yatıya kaldı ömrüm olmadık acılarda
Yorgan döşek
Anladım ki şu dünyada
Damarlarındaki kana daha ziyade şeyler de eklemek gerek
Kalbim uyuzgezer sanrılarda
Boğuntulu camlarda tütsülenir durur
Nedir nedendir çok mu kötüdür
Arasıra tökezlemek ve diklenmek pahasına
Ancak uçurumlar elverir bana..
Aklımda kayalar kopuyor, duvarlar yıkılıyor
Yüreğimde, kuruyan bir ırmağın yatağındaki
boşluk
Ayak izlerimi bırakmaya çalışıyorum taşların
üstünde
Kimsenin arayıp bulamayacağı bir adresim var artık.
Dostlar da çekilip gidiyorlar hayatımdan
Yürüdükleri yollarda arıyorum anları,
Sevdikleri kıyıların gözlerinde
Kendi sularınca boğulan bir denizim ben
Kendi taşlarınca zapt edilen bir kale
Başımı avuçlarıma alıp sıksam ne olur
Çıkarabilir miyim beynimdeki o kara suyu?
Bir çiçek tarlasına dönüştürebilir miyim?
Uyandım, dağlarda duman
Ovada sabahın tütsüsü
Deniz ürperiyor uzaktan
Koynunda güneşin gülü
Kanat kanat dağılsam
Unutmam kendi göğümü
Gelirsin bana sulardan
Yüzünde yosunların tülü
Yaşamak, seni seviyorum
Demenin başka türlüsü..
Yağmur eritti elimi, yüzümü
Bu dünyada bir yürek kaldım
Acılar burdu düşlerimi
Kanıksanır oldu ölüm denen şey
Şaşırdım, ürktüm, ağladım.
Bu iş de burada biter
Yarın bir bilet almalıyım
Nerede olursa olsun diyerek
Geceyarısı kayıp giden trenler
Uykularımda koca bir engerek
Kendimi ölümün olmadığı
Bir dünyada bulmalıyım
Yorgunluğumu, tedirginliğimi
Boynumdan bir kement gibi çıkarmalıyım.
Yağmur eritti elimi, yüzümü
Bu dünyada bir yürek kaldım
Bedenini bir dünya haritasi gibi dizlerime
Serip de, yollar aradım yürümek için
İçime çekmek için hava, koklamak için çiçek
Ve bir kadın, yaşamı benimle bölüşecek
Sevdiğim şeyleri sevecek, bir incir ağacından
Damlayan süt dolarken memelerine
Çocuklar doğuracak, kara gözleri
Dünyaya bıkıp usanmadan sorular soran
Kendisiyle yüzleşmekten çekinmeyen, doğayla
Ve insanla sonuna dek barışkın...
Yüzünü ak bir kitap gibi ellerime
Açıp da, umutlar aradım yaşama ilişkin
Uçurumların yamacında kök salacak ağaçlar
Boğulanlara uzanacak bir kol belki
Bunun için sevgilim, seninle başlattım bu şiiri.
Her bardağı taşıran bir son damla vardır
Toprak gelince ölümle, meyhanelerde bir koltuk daha azalır
Damlaya damlaya gider Ahmet Erhan, sel olur gelir ölüm
Hayat buysa eğer, meğer ki aldatılışım.
Yalnızım... sokağın zulasında bir köpek gibi kaldım
Islak bir köpek gibi ancak sabahla ayılır
Sürüklene sürüklene götürülür Ahmet Erhan
Komiserim, tebdil-i hayatta şiir vardır
Şimdi bir ölsem ve artık hiç konuşulmasam
Çocuğumun belleğini kefenimle silsem
Anlamam ki nicedir yaşım murada ermiş dölüm
Neden her çocuğun ille de bir babası vardır
Oğlum, zaman ağır, gün ağır, gece acıya aşinadır.
3
Elinden şekeri alınmış bir çocuk gibi kaldım
Yokluğunda... Yağmur yağar, kar yağar
Günler kısalır, geceler uzar
On parmağımın üstüne on mum yaktım
Gecesefalarının gündüz yalnızlığıydım
4
Ateşböcekleri ışıtır gecemi. Hepsi bu
Kanar bir yerlerim: Sevgilim
Ufkunda bir yalnızlık aylasıyım
Bir delta gibi genişleterek yokluğunu
Sevgilim. Hep geceye sakladım sende bulduğumu...
Burada bitiyor bir sevda, yenisi nerde
başlar; ya da başlar mı bilmem?
Kendi derinliğiyle dolan bir kuyu mu
yüreğim; kendi boşluğuyla yetinen?
Burada bitiyor bir sevda, ele avuca
sığmayan kederler, kimi gülüşler ve bir
o kadar da unutulmaya yatkın anılar
bırakarak geride; belki birkaç da şiir...
Sürüp gidecek yaşamım, kimi yerlerde
sanki yeniden okur gibi bir romanı
ve gülümser gibi yine aynı şeylere
sıkıntılı, dalgın; çoğunlukla acılı.
Burada bitiyor bir sevda, kaldım işte
yine dağlar, uçurumlar arasında birbaşıma.
Burada bitiyor bir sevda, önsöz gibiydi
bir çağrıydı, daha nice yeni sevdaya.
Sesim boğuk çıkıyorsa da
Aldırma
Nice dağlar kırdı onu
Nice denizler
Savurdu
Sesim boğuk çıkıyorsa da
Aldırma
Artık bir şeyler yapmanın
Zamanı geldi
Bazı şeyleri kırıp dökmenin
Bir kentin sokaklarını
Yeniden keşfetmenin
Özlemleri, çocukluk günlerini
Bir yağmur altında bırakmanın
Zamanı geldi
Sesim boğuk çıkıyorsa da
Aldırma
Nice anılar yordu onu
Nice özlemler böldü
Sesim boğuk çıkıyorsa da
Aldırma
duyuyorsun ya.