Zamanla azaldım her şeye. Önce insanlardan soğudum. Verdiğim hiçbir şeyin karşılığını alamadım.
Tohumları ben ektim, ben suladım, ben büyüttüm ama meyvelerini hep başkaları yedi. Sonra bana kalan hatıralardan tiksindim. Sararan fotoğraflar, kirlenmeyen kıyafetler, metrobüsler...
Sonra kendimden soğudum. Her şeyi beyninde yer eden, inatla hâlâ herkese güvenmeye çalışan, sevdiği insanı kendinden bile üstün gören ben... Yavaş yavaş azaldım her şeye.."
Bunalıyor. Kalabalıklar içinde garip bir yalnızlık duyuyor. Büyük kent kırgını… Dünya aşıyor onu; ‘çok vaktini alıyor.’ Anlaşılamıyor. Herkes katı, uzak, bencil ve küçük… Uyum sağlayamıyor.
Her şeyi anlıyorum da parayı kendi yerine oturtan insan, kendisi nereye oturacak. Sahip oldukları insana değil, insan sahip olduklarına değer biçebilir değil mi? Eşyaların onuru olmaz ki…
Farkında mısınız bilmem, kimse kendi acısını bile duymuyor artık. Kimse bir başkası için kederlenmiyor. Birbirine ihtiyacı olanlar özenle uzak duruyor birbirinden.
Ayrılık ne biliyor musun? Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne güz, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte… İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık.
İkinci bir geceyi bekleyecektir umarsızca ya da kötü geçmişini ateşe verip o yangının külünden başlayacaktır her şeye. Bize gerekli olan yalansız bir iyilik, incitmeyen güzellik, güler yüzlü doğruluktur.