Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

esra v.

esra v.
@eesrra
1309 okur puanı
Ocak 2018 tarihinde katıldı
Evet, ona tam bir "İslâm şairi" diyebiliriz. Kuvvetli, îmanlı, ateşli bir İslâm şairi! Fakat, Türk dâima başta kalmak şartiyle. Dört lisanı edebiyatile bilen Âkif Türk olarak yazdı, Türk ola rak düşündü, Türk olarak yaşadı ve nihayet Türk olarak öldü." (Hasan Basri, Âkifnâme).
Sayfa 50
Reklam
Müderris İpekli Tahir Efendi ile Buhara asıllı temiz harimi Emine Şerife Hanım'ın Fatih Sarıgüzel'deki hane-i saadetlerinde, bir yetişkin olduğunda asrın afakına Kur'an'ı söyletmek davasıyla yola çıkacak, Mehmet Âkif dünyaya gelmiştir.
Sayfa 9
Seni çılgın gibi sevmek, yaşamaktır.
Sayfa 151 - yakın plan

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Ey mübarek usta eller, gölgeler, güzellikler... Bu taş yığınlarından ruhumuzu kurtarın. Altında yatanlar bizimdir teker teker Üstü bizim değil mezarlıkların.
Sayfa 56 - yakın plan
Lâf demek söz demek midir? Hayır, lâf, sözün ahlâktan arındırılmasıyla ortaya çıkar. Vecibeler sahasında doğduysa ona söz, mecburiyetlerin doğurduğu elzem bir şeyse ona lâf deriz. Lâfın ortaya çıkışı vardır ve ortalıkta dolaştırılana lâf denir. Lâf hep orta malıdır. Halbuki sözün daima sahibi vardır. Meselâ, kem söz sahibine aittir. Erkek sözü vardır. Lâf etmek erkeğe yakışmaz. Yani söz başka şey, lâf bambaşka bir şeydir. Söz kasıtlı ve iradî, lâf hesaplı ve itibârîdir. Söz verilir, söz alınır; ama lâf anlatılır, lâf dinlenilir. Fark edilmelidir ki, lâf dinlemekten bir şey, söz dinlemekten başka bir şey anlarız. Eğer lâf dinlersen muteber olanı öğrenmiş olursun ve öte yandan, ne zaman ahlâkî davranmayı öğrendiysen, işte o zaman söz dinlemiş olursun.
Sayfa 80 - tiyo
Reklam
Para yüzünden insanların haysiyet ve şahsiyete bigâne kalmaları hastalıklı bir ortam doğurur. Şiir bu ortama deva vasfıyla girer. Her insan âbâd olmanın ve şifa bulmanın yolunu bir başına ve hususen seçecektir. Kıymetten, irtibattan ve itimattan ne anladığını kendi bilir. Bu yüzden de hangi tarihin, ne işe yaradığını ona kimse öğretemeyecektir. Yine de bazı sözlerle ateşin küllenmiş kısmını etkisiz bırakacak hatırlatmalarda bulunabiliriz. Unutmayın ki, fesat çıkarmıyorsa o şey aslı itibariyle para değildir. O şey hiçbir bakımdan, hiçbir veçheyi ihya etmiyorsa şiir değildir.
Sayfa 57 - tiyo
Mehmet Akif Ersoy
Sahabe-i kirâm ridvanullâhi aleyhim ecma în hazarâtı arasındaki vahdet, muhabbet, te‘âvün cümlenizin malumudur. Bu din uluları, bu Allah’ın en sevgili kulları huzur-ı ilâhîye cemaatle durdukları zaman, saflar âdeta -marûf tabir vechile- sabun kalıbı halini alırdı. Birbirleriyle o kadar ittisâl hasıl ederlerdi ki, üzerlerindeki libaslar daima omuz başlarından eskirdi. O muazzam saflar müselsel yekpare bir dağ gibi kıyam eder, öyle rükûya varır, öyle secdeye kapanırdı. Vahdetin namazdaki bu tezahürü, namaz haricinde de böylece devam eder giderdi. O sayededir ki İslâm, Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz'in risâlet-i celilelerinden itibaren yirmi otuz sene zarfında dünyayı kuşatmıştı.
Sayfa 181 - Dergâh
Çok bilinen, çok tekrarlanan ama üzerinde fazla düşünülmeyen İstiklâl Marşı bugünün Türkiye’si için de kuvvetli bir imkân, bir mutabakat metni, yaslanılacak büyük bir yapıdır. Bu imkânın önce tekrar fark edilmesi, peşisıra bugünün şartlarında yeniden keşfedilmesi, yorumlanması ve yaşayan bir varlık, güç devşirilen bir kaynak, bir ilham menbaı haline dönüştürülmesi herkes için bir vazife ve sorumluluktur.
Sayfa 165 - Dergâh
Hakkıdır Hakk'a tapan milletimin istiklâl” mısrasında (hakiki) istiklâlin Allah'a imanla, O'na kulluk etmekle zaruri irtibatlı hale getirilmesi de bu meyanda hatırlanmalıdır; istiklâl yüksek değerini haktan/ Hakk’tan, bir üst Varlık’tan ve değerden almaktadır; Yüce Allah kendine kul olanları başkasına kul/esir etmeyecek, “istiklâl”lerini mutlaka verecektir.
Sayfa 140 - Dergâh
Başlangıç kabilinden ilk zikredilmesi gereken husus medeniyet kelime-kavramının batı menşeli civilisationa karşılık gelmek üzere bulunduğu ve giderek ünsiyet, ülfet gibi diğer karşılıkları geride bırakarak yaygınlaştığıdır. Bugün de tarihi ve muhtevasi pek hesaba katılmadan, daha ziyade hissi düzeyde kullanılan “İslâm medeniyeti” (medeniyet-i İslâmiye), “kadim (köklü) medeniyetimiz” adlandırması da bu sürecin içinden çıkacak ve bir miktar dönüştürülerek benimsenecektir. Halbuki civilisation kendisini tek medeniyet olarak tanımlıyor ve kendi dışındakileri gayrimedeni ve gayrimüterakki (mâni-i terakki) olarak, olsa olsa tarihte kalmış, eskimiş gelenekler diye adlandırıyor ve bunu oryantalizm başta olmak üzere çeşitli siyasî, kültürel ve sanatsal yollarla yaygınlaştırıyor, dayatıyordu.
Sayfa 117 - Dergâh
Reklam
Bu şiirdeki “Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın” mısraı, İstiklâl Marşı'ndaki “Bu ezanlar ki şehâdetleri dinin temeli” mısrasında daha yüklü hale gelmiş bir benzeri ve hissiyatı kuvvetlenmiş bir devamıdır. (Ezandaki şehadetler, imanın ifadesi olarak Allah'tan başka ilâh olmadığını ve Hz. Peygamber'in Allah’ın elçisi olduğunu ifade eden Kelime-i Şehadet'in iki unsuruna işaret etmektedir: Eşhedü en lâ-ilâhe illallah / Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah). Aynı kuvvetli irtibat İstiklâl Marşı'ndaki “Değmesin mâbedimin göğsüne nâmahrem eli” mısraı ile Bülbül'deki “Dolaşsın sonra İslâmın haremgâhında nâmahrem” mısraı arasında da vardır. Harem” ve “nâmahrem” kelimeleri ezanın, mâbedin, caminin Müslümanların iffeti ve namusunun timsâli olduklarını da göstermektedir. Bu önceden de böyle idi (caminin ve evin içine harem/harim denir, Kâbe'nin ve Mescid-i Nebevî'nin Harem-i Şerif, Mekke ve Medine'nin Haremeyn olarak adlandırması da buna işaret eder) fakat yeni şartlarda bunun daha da kuvvetlendiği açıktır. (Mısradaki göğüs kelimesinin birkaç anlamı ifade edecek şekilde ama aynı zamanda namus ve iffete de işaret ettiğini hatırlamak lazım).
Sayfa 84 - Dergâh
İnanmış bir dimağ için irade-hürriyet her zaman kaderin (küllı ve mutlak iradenin) altlarında bir yerde konumlansa da kriz ve seferberlik dönemlerinde kuvvetlenen ciddi her irade (demirden irade) düşüncesi ve müzakeresi kaderle, mukadderat inancıyla karşı karşıya kalır. Âkif de bu karşıkarşıya kalışı yaşamıştır; daha da önemlisi bu kalış doğrudan izmihlâl-istiklâl kıskacından, bu sıkışmışlık ve çözümsüzlükten beslenmiştir. Düşmanla, esaretle, düşkün/düşmüş olmakla, fakr u zaruretle, hatta yok olmak endişeleriyle gelen bu izdırap ve sorgulama onu isyan gibi de anlaşılabilecek bir “iradeci-kaderci” hüviyetine büründürecektir.Bu sebeple 1913 yılında yayınlanan Hakkın Sesleri'ndeki; Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin halk! Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam kalk! çağrısı sadece bir seferberlik ve ayaklanma/ayağa kalkma daveti değil, olmayan şeyi oldurmaya, “yok”u (burada çıkışı gösterecek ışığı ve kurtuluşu getirecek aydınlığı) var kılmaya, “yaratma”ya da bir çağrıdır, hatta imkânsızı talep etmektir. İstiklâl Marşı'ndaki hürriyet sadalarının bunlardan farkı, savaşın içinde yazılmış olmasına rağmen hiçbir ümitsizlik, yeis, tereddüt, korku taşımayan, zamanla sınırlandırılamayacak bir ifadeye bürünmüş ve coşkun bir seviyeye yükselmiş olmasıdır.
Sayfa 43 - Dergâh
Tevazu: Kulun karşılaştığı herkesi kendinden faziletli görmesidir . Kul, “Belki de bu kişi Allah katında benden daha hayırlıdır ve derecesi daha yüksektedir,” şeklinde düşünmelidir. Ve kendi kendine demelidir ki, “Eğer yaş olarak benden küçük ise bu karşılaştığım kişi, Allah'a isyan etmemiştir hiç. Benim ise isyanım boldur. Şüphe yok ki daha hayırlıdır bu kişi benden. Eğer yaşlıysa benden şu karşılaştığım, Allah'a kulluğu benden öncedir. Âlim ise bana verilmeyen ona verilmiştir. Nail olmadığıma nail olmuştur. Bilmediğimi bilir. İlmiyle de amel eder. Cahil ise eğer, bilirim ki isyanı cehalet iledir. Ben ise bildiğim halde günah işliyorum. Benim akıbetim nasıl olacak, onunki nasıl? Bilmiyorum. Eğer kâfir ise bilemem ki Müslüman olup akıbetinin hayır üzerine olup olmayacağını. Belki de ben küfür üzerine ölürüm de akıbetim berbat olur.” Şefkat ve ürpermenin kapısıdır bu. Allah kullarının ilk kuşanmaları gereken ve kendilerinde bâki kalacak olan en mühim haslettir bu. Kul, bu minval üzerine hareket eder ise Allah onu belalardan sâlim kılar, kendisi adına nasihat edenler mertebesine eriştirir. Allah'ın saf ve sevgili kulları zümresine dâhil eder.
Sayfa 220 - Sufi kitap
Nefsini öldür ki sen dirilesin.
Sayfa 212 - Sufi kitap
Sevgili Peygamberimizin(sav) buyurdukları gibi: “Allah, niyetine ahireti alana dünyayı verir de niyetine dünyayı alana ahireti vermez." Nasıl böyle olmaz ki zaten? Ahirete niyet etmek demek, Allah'a itaat etmek demektir. Çünkü niyet ibadetin ruhu ve tâ kendisidir.
Sayfa 112 - Sufi kitap
2.894 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.