Neyse, dünya böyle işte. Dört elle sarılman gerekenden kaçıp, elini bile uzatmaman gerekene tüm gücünle asılıyorsun. Yaşam bir an gerçek olduğuna inanmayacağın, düşlerinde bile göremeyeceğin kadar güzel görünüyor sana, ama hemen ardından kendini cehennemde, acılara boğulmuş bulabiliyorsun. Bir şeyler iyi gitmeye başladığı zaman, bunun hep böyle süreceğini sanıyorsun-ama asla öyle olmuyor- sonra her şey kötüye giderken, boğazına kadar batmışken, bundan asla kurtulup, soluk alamayacağını düşünüyorsun... ama bu da gerçek değil. Yaşam böyle bir şey işte, öyle değil mi?
Gelecek için umudunu (bununla uzlaşmaya ilişkin "yüzde bir şansını" kastediyordu) yitirmişti; yaşamının en güzel yirmi yedi gününü de yitirmişti (eğer onlar, kendisine göstermiş olduğum gibi, "gerçek" değil idiyseler, o zaman yaşamının en yüksek noktasının bu destekleyici
destekleyici anısını da yitirmiş oluyordu); ve aynı zamanda sekiz yıllık özveriyi de yitirmişti (eğer bir yanılsamayı korumuş idiyse, o zaman özverisi de anlamsız olmuştu.)
"Thelma, şimdi söylemem gereken şey hoş değil, ama sanırım önemli. Düşüncelerimi açık seçik ortaya koymaya çalışayım. Eğer iki insan bir "an"ı paylaşıyorsa ya da aralarındaki bir duyguyu paylaşıyorsa, eğer ikisi de aynı şeyi hissediyorsa, o zaman, hayatta oldukları sürece aralarındaki bu değerli duyguyu yeniden yaşamalarının nasıl mümkün olacağını görebiliyorum. Hassas bir işlem olurdu bu- ne de olsa insanlar değişir ve aşk hiç yerinde durmaz- ama yine de, bu belki imkan dahilindedir. Tam bir iletişim kurabilirler, derin ve gerçek bir ilişki kurmaya çalışabilirler ve bu da, gerçek aşk mutlak bir durum olduğuna göre, daha önce yaşamış oldukları şeye yaklaşabilir.
"Ama farz edelim ki bu hiçbir zaman paylaşılmış bir deneyim olmadı! Farz edelim ki iki insan hayli farklı deneyimler yaşadılar. Ve farzedelim ki bunlardan biri, yanlışlıkla kendi deneyiminin öbürününkiyle aynı olduğunu sandı."