Yazarın diğer kitapları kadar bol betimlemeli ve analiz dolu olamasa da yirmi beş gün gibi kısa bir sürede yazılmış oldukça etkileyici bir kitap Kumarbaz.
Her ne kadar para umrumda değil dese de kumar masasında aşık olduğu Polina'yı bile bir saniye bile düşünmeyip hırsına yenik düşen Aleksey İvanoviç'in anılarını okuyoruz.
Aleksey İvanoviç'in platonik aşkı, kumar tutkusu ve hırslarının yanısıra ,yanında öğretmen olarak çalıştığı ailenin çatışmalarına da şahit oluyoruz. Benim asıl dikkatimi çeken Dostoyevski'nin Batılı karakterleri ilginç bir biçimde tasvir etmiş olması.
Örneğin Fransızları ( Des Grieux ve Matmazel Blanche) zoraki bir nezakete sahip ve paradan başka bir şeye değer vermeyen insanlar olarak tanımlar.
Dostoyevski'nin kendi kumar macerasından sonra, son derece objektif ve realist bir anlayışla yazdığı Kumarbaz, insanın gözünü hırs ve para bürüdüğünde oluşan ahlaki ve ruhsal çöküntünün aynasıdır.
Bir sanatçı güzel şeyler yaratabilir ama bunlara kendi hayatından hiçbir şey koymamalıdır. İnsanların sanata bir otobiyografi türü olması gerekirmiş gibi davrandığı bir çağda yaşıyoruz.Güzelliğe dair o somut hissi yitirdik
Olağanüstü güzel bir yüze ve ruha sahip olan Dorian Gray, ressam Basil Hallward tarafından çizilen portresini gördüğünde; oldukça sıradışı düşüncelere ve farklı bakış açılarına sahip olan Lord Henry ona kendisinin yaşlanıp güzelliğinin yok olacağını oysa bu portrenin daima güzel kalacağını söyler. Bu sözlerin etkisinde kalan ve içindeki çocuksu kibre yenik düşen Dorian Gray adeta narsizm etkisiyle kendine hayran olur ve portreyi kıskanır. Sonsuza kadar genç ve güzel kalmak için (sembolik olarak) ruhunu şeytana satar ancak bunun bedeli ağır olur. Yıllar sonra bile yüzü güzelliğini korusa da ruhu kararmaya ve yozlaşmaya başlar ve bu da portresine geçer.
Roman Wilde'ın kendisini temsil ettiği düşünülen kişilik çatışmalarıyla doludur. Kendisi de bu konuda; “Basil Hallward, olduğumu sandığım kişidir. Lord Henry, insanların ben sandığı kişidir, Dorian ise belki başka çağda benim olmak istediğim kişidir.” sözlerini söylemiştir.
İnsanı ahlak yargıları konusunda sarsan ve bir kez daha düşünmeye iten ölümsüz bir eser .
Goriot Baba; 19. yüzyılın Parisinde gözü yükseklerde olan ,servet sahibi olup sosyeteye karışmak isteyen hukuk öğrencisi Rastignac'ın algı perspektifinden o dönemin toplum sosyolojisini sunarken karşımıza melodram türü içinde bir olay örgüsü çıkarır. Kendisini kızlarına adamış Goriot baba adeta taparcasına onları sevip tüm servetini onların şımarık zevkleri ve damatları için harcasa da kendisi ölüm döşeğindeyken sosyetenin kirli bataklığına batmış olan ve ancak para için babasına sevgi gösteren kızları onu görmeye gelmemişlerdi.
Balzac; sosyetenin pis bataklığını, para uğruna gözü dönmüş insanları, merhametsizliği, bir babanın dramını ve daha sayamayacağımız pek çok gerçeği gözler önüne seren kalemiyle realizmin başyapıtlarından birini yazmıştır.
Goriot BabaHonore de Balzac · Bordo Siyah Klasik Yayınları · 200414,9bin okunma
aristokrat bir kadın olan Madame de Prie ,sürgün edilip gözden düşmesi ve yalnız kalması sonucu mantıklı düşünme yetisini kaybederek kendi çöküşünü yaşar. Her ne kadar dikkatleri üstüne çekip, tarihe bir iz bırakma çabasıyla bir ölüm komedisi hazırlayarak insanları şaşırtmak ve hayranlık uyandırmak için intihar etse de onun ölümüne gösterilen ilgi pek kısa sürmüş ve yaptığı plan boşa gitmişti.
Stefan zweig bu kitabında da kahramanın ruhsal durumunu ve kişilik analizini çok iyi anlatmış. benim dikkatimi çeken şey
sosyal bir varlık olan insanın gerçekten yalnızlıkla kolay kolay baş edemeyeceği oldu. Bir aristokrat ve burjuva olan Madame de Prie bile içinde bulunduğu boğucu yalnızlığa daha fazla dayanamayıp köylü bir delikanlıyı zaman geçirmek kullanıyordu.
Tek bir insanın diğeri için neler ifade edeceğini hiç bilmemişti çünkü daha önce hiç yalnız kalmamıştı..
İnsanın tarihe bir iz bırakmak için gösterilen çabanın çoğu zaman boşa gittiğini anlatan ve Zweig'ın eşsiz betimlemesiyle durup düşündüren bir hikaye.
Bir Çöküşün ÖyküsüStefan Zweig · İş Bankası Kültür Yayınları · 202177,5bin okunma
Elif Şafak'ın okuduğum ilk romanı . Tarihi bir roman olmasına rağmen sürükleyiciydi. Ne yazık ki hak ettiği değeri görmeyen ,bu toprakların yetiştirdiği en büyük mimarı olan Mimar Sinan'ı ve onun dört çırağını anlatıyor kitap.
Osmanlı tarihinin en en önemli ve çalkantılı dönemlerinden biri olan 16. yüzyılda tarihin derinliklerine doğru şaşırtıcı bir yolculuk.
Ustam ve BenElif Şafak · Doğan Kitap · 201312,3bin okunma
felsefeyle ilgili temel oluşturmasının yanı sıra kitabın kurgusu mükemmeldi.
hayatın karmaşası içinde ne olduğumuzu, neden yaşadığımızı, varoluşu düşünmüyoruz bile. insanlar günlük hayata o kadar bağlanır ki hayata hayret etmezler. bu kitap en azından biraz olsun düşünmemi sağlayabildi diyebilirim. sıkıcı bir felsefe tarihi okumaya kesinlikle benzemiyor aksine bizi içine sürükleyen kurgusuyla felsefeyi ve düşünmeyi sevdiriyor.
felsefeye karşı önyargıları kıracak bir kitap fakat değerinin bilinmemesi üzücü.
Sofie'nin DünyasıJostein Gaarder · Pan Yayıncılık · 202036,8bin okunma