Havaalanında kayıp eşya bölümünde çalışıyorum.Dahili telefon çaldı, açtığımda bir adam karısının ve çocuklarının uçağa binmek üzere olduğunu ve kendilerine ulaşamadığını benim ulaşıp uçağa binmelerini engellememi istedi. Çünkü karısının babası ölmüştür. Bende uçak boarding aldı yolcular uçakta dedim. Aslında uçak yolcu almamıştı. Ama ben nasıl tanımadığım bir kadına gidip baban ölmüş diyecektim ki. Ya da adam kimdi söyledikleri doğru da olmayabilirdi. Yıllardır bunu düşünüyorum işte.. Bir anda dudaklarımdan çıkan sözcükler, ne kadar doğruydu?
Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
Hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
Anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...
Ve zehir - zıkkım cıgaram.
Gene bir cehennem var yastığımda,
Gel artık...
20 sinde gencecik bir kadın, daha küçücük bir bebek ve bütün inancıyla umutlarla dolu ne olursa olsun pes etmeyen bir adam...Türk sinemasına muhteşem solukları getirirken demir parmaklıklar arasındaydı. Dışarda onu bekleyen karısı anası çocukları vardı. Ne olursa olsun umudunu yitirmedi her mektubunda karısına boyun eğmeden yaşamanın , güçlü olmanın, umudu yeşertmenin öneminden bahsetti. Dört duvar arasında okudu okudu okudu, yazdı yazdı yazdı, üretti. Ona demir parmaklıklar taş duvarlar engel olamadı.
Karısını çok sevdi onca sıkıntının içinde ona duyduğu o güzel aşkı o kadar güzel anlatıyor ki mektuplarda.ağlamamak elde değil o satırları okurken. Biz ise en ufak bir olumsuzluk karşısında yıkılırken insanlar sonu belli olmayan dört duvar arasında sıkışmış kalmış durumda bile bu kadar umutlu güçlü dimdik inançla inatla kalabilmiş. Keşke daha önce okusaydım keşke... Dediğim bir kitaptı.