Sakın bu dünyâ, göze görünür ve görünmez her şeyiyle doğacak bir çocuğu kandırmak için, bütün insânların birlik olup uydurduğu müthiş bir yalan olmasın? Ve o çocuk ben olmayayım.
Ve benden bir - iki yaş ufak ve hep boynu bükük kız kardeşim Selma… Kız olduğu için îtibârda değildir; ve konağın, sâdece ezilmeye memûr gelini annemden başka kimseden himâye görmemektedir. Öbür torunlar, ev sâhibi büyük babalarından himâye görmeseler de, Zafer Hanımefendinin kızları annelerinden gelen bir şımarıklık imkânı içindedirler. Fakat Selmacık ne büyükbabasından alâka görür, ne cici annesinden, ne de zâten hiç bir kimseyle hiç bir alâkası olmayan babasından, babamdan… O, evi dolduran dokuz çocuk içinde ağabeyi, ben, büyük küçük herkesin ensesinde boza pişirirken, minicik siyâh önlüğüyle bir duvara yapışmış mahzûn mahzûn bakan ve önünden geçenleri râhatsız etmekten âdeta çekinen bir gölgeciktir. Altı yaşında ölen Selma, bebekliğinden beri, dâima duvarlara yapışmış ve ortalarda şuna buna engel olmaktan ürkmüş, beyazı damar damar görünen elâ gözleriyle hep öleceği günü bekledi.
Selma bende, çocukluğumun en derin ukdelerinden biri…
Acaba bu dünyada benim kadar duyan ve anlayan ikinci bir mahlûk var mıdır, diye düşündüm. Sanki hayatın düğümleri lif lif çözülmüş, muammâların anahtarları elime teslim olunmuştu.
Yaşam benim için küçük bir mum değil. O elimde tuttuğum muhteşem bir meşale gibi ve onu gelecek nesillere geçirmeden önce olabildiğince çok ışık saçmasını istiyorum.
George Bernard Shaw
… Bu girdaplar ve zirveler dünyasında tek başıma dolaşacak yaşta değildim, kıyıdan seyrettim ummanı… Dünyam romanların dünyasıydı, Ekmekçi Kadın’ların, Tunçtan Kızlar’ın, Simon ve Mari’lerin dünyası… Kulaklarla dolu bir dünya.