Yazmadım seni daha,
Sevmeye ayırdım tüm zamanları,
Yazmaya bu yüzden vaktim olmadı.
Ben düşünmeye başlayınca seni
-Ki bu bir önceki düşünmenin sonundan çok öncedir-
İnan ki dağlar, taşlar, inan ki bulutlar, yağmur ve kar
Toprakla su ve gökyüzü, güneş ay ve yıldızlar
Onlar da benimle birlikte
Ve onlar da benim kadar seni düşünürler...
Benim kadar diyemem ama
Yemin ederim onlar da seni özler.
Hep dalgınım bu günlerde
Saati cezveye koyup yumurta tutuyorum,
Bir gün takvime bakmasam yılı unutuyorum.
Aklım başıma gelmiyor, başıma çarpmadan dallar
Yolda yürürken dalıp dalıp gidiyorum.
Nisan'a kaç var diyorum saati sorarken.
Hiç böyle olmamıştım.
Bilenlere sordum; "aşk bu" dediler!
Ben şehirleri, sokakları,kahveleri dolduran seri malı insanlardan değilim. Keşke onlardan olsaydım. Onlar sıhhatli, tabiî, mükemmel mahlûklar. Benim en lâzım tarafım sakat. Ben Allahın yalnız acı çeksin, yalnız kıvransın diye yarattığı bir aletim galiba. Kâinatı dolduran her şey, her hâdise, her hareket, benim için bir işkence vesilesi. Bir türlü rolümü ve rahatımı bulamıyorum. Tabiî zevkleriyle yaşayan hayvanlara bakıyorum da, ne güzel, ne emniyetli bir vasıtanın öksüzü olduğumu anlıyorum. Ben, içindeki hayvanı ürkütmüş, incitmiş bir hastayım.
Ben sanatı hayattan başka bir şey sanıyordum. Hürriyetlerin sonu. Âciz bahtımın ulaşamadığı bir yer. Orası irademin bahçesiydi. Orada, oyuncaklarıyle oynayan bir çocuk gibi
başı-boştum. Orada kulluktan çıkıyor gibiydim.
Onu ben bir saraya değil
İki odalı bir eve götürecektim
Bir radyomuz, bir banyomuz olacaktı
Nikeli pırıl pırıl bir karyolada
Hasan ustanın işlediği
Bir mavi yorgan bakacaktı
Aynada ona layık iki üç eşya
Güleceklerdi...