İkinci Dünya Savaşı döneminde Londra'da geçen bir yasak aşk hikayesinin işlendiği kitapta nefret, sevgi, insana duyulan aşk, ilâhi aşk, vazgeçememe, sadakat ve inanç gibi temalar yoğun bir şekilde yer almakta. Kitapta inanç sistemine, aşka, sevgiye, sadakate ve ihanete karşı çok güzel tartışmalar var. Bununla birlikte yazar bilinç akışı tekniğini de baş döndürücü güzellikte kullanmış.
Maurice Bendrix evli sevgilisi Sarah Miles tarafından 1944 yılında bir hava saldırısının ardından terkedilir. İki yıl sonra yolları yeniden kesişir. Kitabın ilk bölümünde bir anda terkedilmenin nedenini bilmeyen Bendrix'in sevgilisine duyduğu nefreti, bu ayrılığa dair sorgulamalarını ve sevgilisinin peşine taktırdığı dedektifle ilgili olayları okuyoruz ki ben de bu bölümde hem sıkıldım hem de Sarah'tan nefret ettim. Sarah'ın günlüğünün olduğu bölümde ise Sarah'ın sevgilisini terkedişine neden olan olay sonucunda inançsız biri olarak algıladığımız Sarah'ın öldü sandığı sevgilisinin hayatı ve mutluluğu için Tanrı'ya yalvardığı bölüm Sarah'ın aşkının boyutunu bize gösteriyor. Bu yalvarışta acı çekmesi gerektiğini düşünür. Acı çekmeli ki sevgilisi hayata geri dönmelidir. Sarah aşkından vazgeçer, sevgilisini bir daha görmeyeceğine dair Tanrı'ya söz verir ve karşısında sevgilisini bulur böylece de Sarah'ın çilesi başlar.
"Ben düşündüm ki şimdi onsuz olmanın çilesi başlıyor ve keşke kapının altında güvenle ölmüş olsaydı dedim."
Ölü bir sevgiliye aşık olmak mı yoksa sevgilinin hayatı ve mutluluğu için kendi aşkından ve mutluluğundan vazgeçmek mi, hangisi daha zordur?