Sık sık kadınlar ziyarete geliyordu: Humboldt onların örgülü saçlarındaki bitleri sayıyordu. Gruplar halinde geliyor, birbirleriyle fısıldaşıyor ve sol gözüne lup kıstırmış üniformalı ufak tefek adama bakıp kıkırdıyorlardı. Bonpland onların güzelliğinden mustaripti. Bitlere ilişkin bir istatistiğin neye yaradığını sordu.
İnsan bilmek istediği için bilmek ister, dedi Humboldt. Ekinoks bölgelerinin sakinlerinin başlarındaki bu oldukça dayanıklı hayvanların varlığını henüz hiç kimse araştırmadı.
...kimsenin aklını kullanmak istemediğini kavradı. İnsanlar huzur istiyordu. Yemek ve uyumak istiyorlardı, kendilerine nazik davranılmasını istiyorlardı. Düşünmek istemiyorlardı
Neden bu kadar yavaş, bu kadar zor ve zahmetli düşünüyorlardı? Sanki düşünceler, önceden çalıştırılması ve bir kolun çevrilmesi ile harekete geçirilmesi gereken bir makineden çıkıyordu, sanki canlı değillerdi ve kendiliğinden hareket ediyorlardı.
Profesöre eski anıları soran, böyle bir şey olmadığı yanıtını alırdı. Anılar, gravürlerden ya da posta gönderilerinden farklı olarak, tarihsiz olurmuş. İnsan, belleğinde, bazen düşünüp taşınarak doğru sıraya sokabileceği şeyler bulurmuş.
Burada olup biten her şeyin üstünü örten bir tür örtü var... Ama insanlar konuşuyorlar. Sanırım hiçbir şey, insanların konuşmalarını engelleyemez. Ancak detayları yakalayabilmek için onları iyi dinlemeniz gerekir ve bu, her geçen gün daha az rastlanan bir yetenek.
İnanın, dünyanın her yerinde geçerli olan gerçeklerden biri de şudur: Ölen her ihtiyarın yerini yenisi alır ve iyi bir hikâye asla ölmez; kuşaktan kuşağa aktarılır.
"Eğer edebiyat ve siyaset bir gün birbirinin yerine geçebilecek şeylere dönüşürse gidip kendimi vururum çünkü başka ne yapabilirim bilmiyorum. Siyaset her zaman değişir. Hikayeler değişmez."
...çünkü evli insanlar ne kadar meşgul kişiler olurlarsa olsunlar, bir süre sonra birbirleri hakkındaki her şeyi öğrenirler. Ve birbirlerinden sıkılıp dinlemeyi bıraksalar bile, bir şekilde, belki de sıvı transferi yoluyla bu bilgiler kafalarına kazınır.
Artık özgürdü kendini bomboş hissediyordu. Bu an, hayatının en önemli anı değil, en üzücü ve en perişan anıydı, ki bu da harikaydı, çünkü aşağılara düşmek yerine yukarılara tırmanmaya başlayacaktı.