Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

144 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
26 saatte okudu
ABİ İKİ ÇAY, BİR DE ELLİ İKİ GETİRIVER SANA ZAHMET
22 kısa hikâyeden oluşan kitaba, "Mahalle Kahvesi"nden giriş yapıyoruz. Mahalle Kahvesi'nin en akılda kalıcı yanı Sait Faik'in gözlemciliğini zirveye çıkarmasıdır. Ayrıca Sait Faik bunu, kahvede en azından bir saat bile bulunmuş herkesin fark edeceği üzere oldukça gerçekçi şekilde aktarmıştır. Bu hikayeyi okurken benim aklıma, okuldan kaçıp veya haftasonu dersaneye diyerek gittiğimiz kahve geldi. Hatta haftaiçi bir gün kahvenin bahçesinde bizim okuldan olmayan bir masa vardı sadece. Neyse, o kahvenin müdavimi ön dişleri dökülmüş, geri kalanı da sigara içmekten sararmış, başının ortasındaki saçlar yine dökülmüş, yanakları içe göçük zayıf, kuru bir abi vardı. Lakabı Müdür'dü, ve kimse de adını bilmezdi. Hiç sıkılmadan yancılık yapar, masa üç kişiye düştüğü zaman ise hemen dördüncü olarak oyuna dahil olur. Müdür gibi varlığı kimsenin umrunda olmayan, yokluğu ise eksiklik hissettiren insanlar kesin bulunur her kahvede. Bu kitapta Sait Faik'in hikayelerinde bizim Müdür gibi insanlar, insanların her gün yadsıdığı veya üzerine hiç düşünmediği olaylar, yoksulluk, hüzün, yaşama sevincinin nasıl ve nerede bulunabileceği gibi konular işlenir. Birçok hikayenin başları okunduğu vakit Sait Faik hakkında karamsar bir insan yorumu yapılabilir; lakin hikayeleri nasıl sonlandırdığına bakılırsa bunun tam tersinin geçerli olduğunu fark edeceksiniz. Örneğin; "Hallaç" ve "İzmir'e" hikayeleri. Hallaç hikayesinde anlatıcı hüzünlü bir şekilde dolaşmaktadır. İnsanları gözlemler ve onlarda da hüzünden başka bir şey yoktur; ta ki üstü başı bakımsız yetmişlerinde bir dedeyi görene dek. Yastık yapma gibi işler yaptığı için üzerine bir hallaç kondurmuş, bundan dolayı hikayeye de bu isim verilmiş. Anlatıcı, hallaç babanın bu yaşına rağmen yürüyüşündeki dinçliği ve hayata bağlılığını görünce, sanki o güne mutlu şekilde sarılacak bir yaşama sevinci bulur kendisine. Sait Faik'in bu durumu ifade edişi ise insanın yüzünü güldürüyor: "O gün ne güzel bir gündü! Deniz ne serindi! Ne güleryüzlüydü sandallar, çocuklar, kadınlar! Sanki kimse kimseye bütün gün sövmemişti."(s.31) İzmir'e adlı hikayesinde, insanlara ve hayata dair umudu bitme noktasına gelmiş bir insanı dolaşırken görüyoruz. Hikâyenin başlangıcındaki, "Balonlarına hiç iğne batırılmayan insanlar da yaşıyor,"(s.77) ifadesinde tebessüm ettim. Kitapta sık sık Sait Faik'in bizi bize böyle kısa ve öz şekilde anlattığına şahit oluyoruz; bu anlarda, 'evet, ben bunu daha önce yaşamıştım,' diyorsunuz. Örneğin; "ölüye ağlayamayan insanların huzursuzluğu içindeyim,"(s.78) ifadesiyle anlatıcının o anki ruh durumunu tam anlamıyla kavrayabiliyoruz. Kısa ve öz bir cümleyle birkaç paragrafta yapılabilecek bir işi icra etmiş oluyor. Aynı paragrafın şurası ise beni çok güldürmüştü: "Ama bugün yemişlere, çiçeklere bile düşmanım. Karanfil satan adam gülüyor. Ötede simitçi gülüyor. Benden başka hepsi mesut. Topunuzun Allah belasını versin!"(s.78) Nihayetinde Hallaç'ta olduğu gibi bu hikayede de anlatıcı, yaşlı ama güçlü bir insana rastlar; ondaki yaşama sevinci kendisine ışık olur. "Bir kişi bile olsan dünya yüzünde beni yaşamaya çağırıyorsun,"(s.82) diyerek bunu ifade eder. Gerçekten de hayatta bazı anlar, bazı insanlar bizim yaşama sevincimizi ve mücadele gücümüzü artırabilirler. "Uyuz Hastalığı Arkasından Hayal" adlı hikayesinde Sait Faik, bizlere neredeyse her gün yaptığımız bir şeyi gözler önüne seriyor. Sokakta, ekranlarda, internette açlık düzeyinde fakir insanlarla, dilencilerle, çöpten yemek toplayanlarla vb insanlarla karşılaşırız. Bu, bizim vicdanımızda huzursuzluk yaratır ve o an, içimizden öyle bir şey yapmalı ki tüm düzen değişsin isteriz, ama kısa süre içinde bunun mümkün olmayacağını hissederiz. Yolumuza devam etmeliyiz, deriz. Ama vicdanımızı da susturmak zorundayız. Bunun için bahaneler üretiriz; "O parayı ben versem, o yerdi. O, uyuzla, yalancı bir saadet dünyası içindeydi. Hiç düşürülmediğini sandığı -sahiden İstanbul sokakları arasına kaç düşmüş çeyrek bulunur?- çeyrekler eline düşüyordu. Uyuzun da zararı yoktu. Yalnız yatabildiği, bir yere sığındığı akşamlar, oh, ne güzel kaşınıyordu!"(s.21) Ama bu noktada dilencilerle yaşadığım bir anımı aktararak, Sait Faik kadar onlara iyimser yaklaşamayacağım, tabi alıntıladığım parafta mevzu bahis olunan, uyuzu olan bir sokak çocuğu olduğunu belirteyim. Liseden sonra bir dönem ve üniversite döneminin yazlarında çalıştığım dönercide, bir akşam ustanın mutfakta ertesi günkü döneri hazırlamasını (terbiye etmesini vb) bekliyorum. Akşam saat ona gelmekte, hava da soğuk. Yanımda da benden küçük zıpır bir çalışan çocuk daha var. Dükkanın önünden çocuğuyla bir adam geçti. Fatih'e, bak dedim birazdan bu adam bizden oğlu için döner istemeye gelecek, gerçekten de beş dakika sonra geldi. Muhammed'den başladı Ali'den çıktı, Ali'den girdi İsa ve Musa'dan çıktı, böyle bizi peygamberler ve evliyalar arasında tur attırdı ve nihayetinde çocuğu için bir dürüm et istedi. Ben de patron yok, malesef veremem dedim başta, sonra baktım yine Muhammed'den başlayacak tura, tamam tamam dedim, bir yarım ekmek çıkarıp tavuk kesmeye başladım ki, az önceki o mahcup tur servisi şoförü adam, sanırsın yüklü alışverişi peşin yapmış müşteri edasıyla demesin mi, kardeşim ne tavuk kesiyorsun, et kessene hem de dürüm istedim ben. Arkam dönük elimde döner bıçağı, hafiften yan yan baktım adama, hadi abicim, çık dışarı ne et var ne tavuk, bunların hepsini ben yiyeceğim dedim. Adam sinirlendi, beddualar yağdırmaya başladı. Ben de, karnı aç adam, et tavuk, ekmek arası dürüm ayırt etmez, sen bu işi meslek edinmişsin, hadi geç git işine dedim ve Fatih de kapıyı kapadı. Adamın içinden gerçek karakteri dışarı çıktı küfür etmeye kapıyı yumruklamaya başladı. Zaten dellenmeye hazır olan Fatih bıçağı alıp adamı korkuttu, kovaladı. Sonuç olarak, dilencilere karşı oldukça önyargılıyım ama bu, bazı deneyimlerinden dolayı oluşan bir önyargıdır. "Plajdaki Ayna" adlı hikayede bir gün birisi, plajdaki aynaya taş atmak suretiyle kırar ve kimse bunu neden yaptığını bilmez; haliyle herkes bir fikir yürüterek bu eyleme bir neden üretir. Ancak aynayı kıran anlatıcımızın da söylediği üzere, "Bir plajın pis aynasını hiçbir şey düşünmeden, şuursuzca eğilip yerden bir taş alarak, hatta o taşı denizin durgun yüzünde dört beş kere sektirmek içinmiş gibi alarak, aynayı isteyerek bile değil, kazara da denemez, şöylece kırıvermek… Neden olmasın?"(s.17) Gerçekten de her eylemimiz illa bir neden üzerine mı meydana gelir ve gelmek zorundadır; yoksa düşünme şeklimiz bu yönde temellendiği için başka türlüsü mümkün değil midir? Bu tarz felsefi sorgulamalar yaptırdığı için kitaptaki en farklı hikaye bence buydu. Son olarak bahsetmek istediğim "Dört Zait" hikayesi, "Yolda bir cıgara yakmak canınız istese, kibritiniz de olmasa, gidip de kimden yakarsınız? Bir yol sormanız lazım gelse, kime sorarsınız? Bir kalabalığın toplandığı yerde, ne oldu acaba, diye kime dersiniz? Ben öyle adamlardan biriyim,"(s.23) şeklinde başlar ve yine yüzüm tebessüm eder. Hemen aklıma anılar gelir. Lisedeyken bir gün yeni paket almışım, kimse yokken yangın çıkışına gidip bir dal çıkarmışım ama ateşim olmadığını fark edip küfrü basmıştım. Yurtta ateşi olan çoktur çok olmasına amma velakin, ateşe karşılık gayri resmi sigara da ister herkes. Sadece ateşini aldığımız kişiyle sınırlı kalsa sıkıntı yok, ondan duyan birçok kişi hemen "dostunuz" olup sigara isteyecek. Bu nedenle, iyi bir gözlemci olmanız şart. Bir kere yurtta yeni paket almış insanın özgüveni tavandır; bunu yürüyüşünden, hareketlerinden anlarsınız. Paketi bitmek üzere olan insan, sanki sürekli bir hesap içinde gibi gözükür. Paketi olmayan insanın ise gözü etrafta dolanmaktadır sürekli. Adeta kimler yangına gitmekte, kaç dakika durmakta, kimler bugün mutlu vb bunları kafasına bir bir not eder; ayrıca yeni müttefikler bulmaya çalışır, küs olup da paketi olan insanlarla barışmanın yollarını arar. Peki kimden istenmelidir ateş diye sorarsanız, duruma, şartlara bağlı değişir. Örneğin; cuma günü ise ev iznine gidenlerden istemek en iyisidir. Pazartesi ise keza yine ev izninden dönenlerden istemek iyidir. Hafta için gündüz vakitleri ise ve hava da güzelse beş dakika en yakın büfeye gidip gelmek hem spor olur hem de kârlı olur. Gece ise paketi olan insanlardan en sessiz kendi halinde olanından istemek en iyi yoldur. Sait Faik ise bu hikayesinde, insanlara karşı peşin hükümlü olmamamız gerektiği üzerinde durur ama bunun yanı sıra hüzünlü bir aşkı da işler bu hikayesinde. Peki size sormak istiyorum, siz sokakta yol sormak, ateş istemek veya burada neden insanların toplandığını öğrenmek için kime sorarsınız ve bunda etkili olan faktörler nelerdir? Son olarak kitabın sonunda Orhan Veli'nin Sait Faik ve onun bu hikaye kitabıyla ilgili gazetede çıkan bir yazısına yer verilmiş. Burada Orhan Veli, Sait Faik'in övmek için, "Bence Sait Faik ne genç hikayecidir, ne ihtiyar. Bence o, kırkını aşmış bir mahalle çocuğudur," der. Keyifli okumalar..
Mahalle Kahvesi
Mahalle KahvesiSait Faik Abasıyanık · İş Bankası Kültür Yayınları · 20127bin okunma
··
390 görüntüleme
Sıfır Virgül Beş okurunun profil resmi
Sizden de epey başarılı hikayeler çıkmış :)) Kaleminize sağlık, keyifli okumalar ;)
Kaan okurunun profil resmi
Teşekkür ederim, beğenmenize sevindim.☺
Yeşim okurunun profil resmi
Bi de şu var :) Eline sağlık.. #90986156
Kaan okurunun profil resmi
Haha bu da çok iyimiş :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.