Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

239 syf.
9/10 puan verdi
·
6 günde okudu
Leyla Erbil'in bu kitabında da başka bir insanın hayatına odaklanıyoruz: Lahzen. Peki kimdir Lahzen? "kimim ve nasıl biriyim hayatımın neresindeki yaşantıdayım sorarım kendime her gün" diyor kendisi hakkında. Lahzen gerçekten de bir kişi mi, yoksa bir tipleme mi? Yoksa Erbil'in kendisi mi? Aslında çoğu yazar kendinden bir parça bırakır yazdıklarında. Okura ise bunu keşfetmek düşer. Bu açıdan, kimi keşifler zorludur, çetindir kimse kolay kolay yapamaz bu keşfi. Kalan, zorlu bir keşif aslında. Hikayemiz Lahzen'in çocukluğunda başlıyor. Kimi şeyleri anımsıyor birden çocukluğuna dair. Bu "birden" anımsama işi kendimizi kaybettiğimiz, kendimize dair bir arayışa çıktığımız zamanlarda daha sık meydana gelmeye başlar, işte Lahzen de kendini arıyor. Nerede bulacağını bilmeden, kendi içinde ve hiçliğinde aramaya başlıyor kendisinin de Lahzen olarak bildiği kişiyi. Kendi hakikatinin özünü kendi tabiriyle "tıka basa şüpheyle doldurulmuş kuyuda" aramaya başlıyor. Elbette ki bu arayış boyunca yaşadıkları kronolojik bir sırayı takip etmiyor. Anlatıcının bilinç akışı sırasına göre şekilleniyor bu arayış. Mesela bir kişinin ölümünü hatırlıyor ilk önce, daha sonra ise o kişinin yaşamını. Lahzen kötü bir çocukluk geçirmiştir: Daha 'kötü' kavramını bilmiyorken şahit olduğu kötülükler, insanları yalnızca kendisine gülümseyen varlıklar olarak gördüğü zamanlarda (bir çocuk olduğu için; çocuklara karşı kim gülümsemez ki?) tanık olduğu kötü insanlar... Tüm bunların hayatında bıraktığı derin izleri, ilk defa aynaya bakan bir çocuk misali, ilk kez yaşıyormuş gibi bir şaşkınlık içinde anlatıyor. Nasıl bir şaşkınlık bu? Gerçeklerin altında ezilen insanların yaşadığı şaşkınlık. Böyle olunca Lahzen de çevresindeki insanların kötü olmasının bilincine vardığı andaki eziklik duygusuyla anlatıyor her şeyi. Bu açıdan Leyla Erbil bir konuya gönderme yapmış bana göre. Kötü yetiştirilmiş çocuklar. Bizler insanlar olarak çocuk yetiştiririz, fakat yetiştirirken onlara tam olarak önem veremeyiz. Böylece çocuk dünyadaki kötülüklere şahit olduğu anda bir değişim içerisine girmeye başlar. Bazıları dayanamaz buna, ileride kötü bir insan haline gelir. Kötü dediğimiz insanların belki de çoğunun kötü bir çocukluk geçirmiş olması da bunun kanıtı niteliğinde zannımca. Eğer şanslıysa, Lahzen gibi kaybolmuş biri olur. Ah Lahzen... Lahzen nelere şahit olmamış ki? Düşünsenize, çocukluğun o hayal ile gerçek arasındaki büyülü dünyasında yaşamınızı sürdürmektesiniz, kimi şeylere rastlıyorsunuz, ki bu şeyler hayatınızda daima derin izler bırakacak kadar güçlü. Dolayısıyla hep çocuk kalıyorsunuz. İnsanlar çocuklaşmayı iyi bir durum olarak görebilirler fakat bir de bunu Lahzen'e sorun. İnsanın yaşamındaki kimi anların onda bıraktığı derin izler sonucu hep o anda, yani o anı yaşamaktayken; derin izin meydanda geldiği yaşta iken gibi hissetmesi resmediliyor Kalan'da. Bu açıdan 'çocuklaşmak' olarak adlandırılan kavram Lahzen'e göre bir zehir halini alıyor. O derin izler, silinmeyecek kadar koyu çünkü. Çocukluğun o cıvıltılı ışıltısını bir hamlede karartmış koyu izler bunlar. İşte Lahzen kitap boyunca kendini bulma yolundaki arayışta bu zehirli anlardan da geçmek zorunda kalıyor. Kendi ifadesiyle, "henüz hiçbir anlam veremediğimiz bir hayatı zar zor öğrenmeye çalıştığımız günlerde" başlıyor her şey. Başka şeylerden de bahsediliyor. Örneğin doğru bir kavramı yanlış bir şekilde anlatmanın karşı taraf için o kavramı 'yanlışsallaştırdığını' anlatıyor Lahzen. "Öyle yapılmaz, böyle yapılmaz"ları çok yaşıyor çocukluğu boyunca. Bir şeyi sadece onu 'yapmamamız gerektiği' için mi yapmamalıyız mesela? Neden bu konularda geçerli, mantıklı nedenler sunulmaz? Bunu soruyor Lahzen. Kime? Kendisine; çocuk olan kendisine. Farklılık arayışını soruyor. Tek düze olan yaşamda insanın içinde filizlenen ve kendini beğenmişliğe varmayan bir farklılaşma isteğinin kaynağını. Hayata dört elle sarılmamızın güçlüğünü, dolayısıyla intihar etme durumunun en zor şey olduğunu. Hayata zor bağlanıyorken intihar etmek neden güç olsun ki? İşte asıl güçlük orada başlıyor: Hayata tutunamadığı için Lahzen, sürekli bir arayış içerinde hissediyor kendini, dolayısı ile intihar etme düşüncesine dahi tahammül edemiyor. 'Yaşlanamamayı' anlatıyor. Üstte de bahsini ettiğim üzere, çocukluktan "kalan" insanı yaşlandırmayan, hep aynı yaşta bırakan anıların yoğunluğu ile belirtiyor bunu. Kaç yaşına gelirse gelsin çocuk olmaya mahkum bir insan anlatıyor bunları. Ona göre, 'çocuk olmanın boğuculuğu' ile dile getiriyor tüm bunları. Ayrıca kitap boyunca birçok gönderme var. Yakın zamanda çıkan bir kitap olduğundan dolayı kimi olayları anarak yine onların unutulmamasını sağlıyor Erbil. Durdurulamayan düşüncelerle yazılan bir metin bu (Leyla Erbil veya Lahzen tarafından yazılan bu metin); kendinizi kaptırıp okuduğunuzda nereye vardığınızın bile farkında olmuyorsunuz, tıpkı Lahzen gibi. Bir yerde "dayı" diye seslenilen bir adama rastlıyorsunuz, hemen sonrasında ise Soren Kierkegaard'a. Metnin yazılış şekline gelecek olursak, Erbil yine cesaret içeren bir özgünlük içinde yazmış metnini. Erbil okuyacaklar daha şimdiden kuralları yıkmaya hazır olsunlar derim. O klasik yazım kuralları Erbil'de tamamen geçersiz. Cümlelerin hepsi, teker teker bir bütünü oluşturuyor; Lahzen'i. Kitabı bitirdim fakat yeterli bulmadım bu bitirmeyi, bu tür bir kitaptan daha fazla anlam çıkarılması gerek diyerekten tekrar okuyacağım kitaplar listesine yazdım Kalan'ı. Bir insanın yaşamından 'kalan' hakikatlerden oluşan bir kitap Kalan. Hakikati, çocukluğun çıkmaz sokak misali 'sınırlı' hayallerinde aramak ve tam hakikate ulaşırken o 'sınırlı' hayallerin bile sınırsızmışcasına uzaması... Kalan belki kötü bir çocukluk hayatı, belki de kötü bir hayatın içindeki çocukluk. Kalan, hiçbir şeyden ve her şeyden kalan...
Kalan
KalanLeyla Erbil · İş Bankası Kültür Yayınları · 2011533 okunma
·
290 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.