Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

316 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
12 günde okudu
Bir Haziran gecesi, kocaman bir ‘hiç’in peşinde...
İnsan masaya oturduğunda zeytin-ekmekle veya bir tas çorbayla da doyar doymasına... Lakin eğer çok sevdiğiniz bir yemek önünüze geldiyse, orada hissedilen şey doygunluktan bir tık öte, farklı bir histir. Masada geçirilen süre uzar, önce uzun uzun bakışlarla gözler doyurulur... Ağıza alınan her lokma fazladan bir tur daha döner damakta... İşte o an damarlarımızdan akan şey kan değil, 'HAZ'dır... Edebiyatta da var bunun bir karşılığı... Kimi kitapları okurken beyin kanallarının açıldığını hisseder insan... Nöronlar oradan oraya cirit atmaya başlar... Bir felsefi düşünce, bir fikir, doğru bildiğiniz bir yanlışın dile gelişi... Kitapta bir nehir gibi akan düşünceler bir pınardan dökülür gibi dökülüverir dimağnıza... Kimi kitaplarda ise bilgi yağmuruna tutuluruz. Kitaba başlamadan önce her kimsek, kitabı bitirdikten sonra artık o kişi değilizdir. ‘Bilmeyen bilene muhtaçtır’ demişler ya, artık öncekine nazaran ‘muhtaç’lığımız bir dirhem daha azalmıştır. Kurgusuyla bizi koltuğa çivileyen kitaplar vardır bir de... Kapağın açılmasıyla kapanması arasında ne olduğunu anlamayız... Bizi bu dünyadan alıp götüren, sonra da birden koltuğumuza ışınlayan bir uzaylı gibidir bu eserler... Kitabı bitirdikten sonra saatlerce, belki günlerce kitabın içinde dolaşmaya, çevremizi de sanki kitaptan bir parçaymış gibi görmeye devam ederiz... Aslında hepsi bu edebi hazzın farklı bir parçasını taşır içinde... Yani düşünmek de, öğrenmek de, etkilenmek de o hazzın bir durağıdır... Peki bunlardan hangisiydi Üç Beş Kişi? Bence hiçbiri değildi... Derin derin düşündürmedi beni okurken... Hiç bilmediğim yepyeni bilgiler paylaşmadı benimle... Kurgusuyla çekip almadı beni gerçek dünyamdan... Ancak öyle bir edebi haz duydum ki okurken; bir Mimar Sinan eserine, bir Van Gogh tablosuna bakarken ya da bir Yunus Emre dizesi, bir Chopin bestesi dinlerken hissettiğim hazzın bir benzeri gibiydi... İşte bu hazzın peşine düşmek, kaynağını bulmak için yazmaya başladım bu satırları da... Bazı kitapların konusunu, bazılarının da duygusunu anlatmak, paylaşmak istersiniz... İşte ben şimdi o duygunun kayığında çekiyorum küreklerimi... Ürpertici bir Haziran gecesinde bir şarkı mırıldanır gibi mırıldanıyorum size... Belki de sadece üç beş kişiye... ------------------------- “Gece, Haziran. Ama günlerin en uzunuyla gecelerin en kısasına zaman var daha.” İşte ne olup bittiyse bu gecede yaşanıyor üç beş kişinin hikayesi... Yukarıdaki alıntı, kitapta yer alan yedi bölümün ortak cümlesi... Yıl 1980. Darbenin eli kulağında. Ancak biz bu darbe atmosferini sadece fonunda görüyoruz kitabın. Daha doğrusu duyuyoruz. Sessizlikte patlayan; sohbetleri bölen, yolda yürüyeni korkutan, camdan bakanı içeri sokan birkaç zamansız silah sesiyle duyuyoruz. Bir de gece yarısından sonra başlayan sokağa çıkma yasaklarından anlıyoruz. İşte size bir yazar becerisi... Darbenin o boğucu, o kasvetli ortamını kansız, kavgasız, apoletsiz, tanksız tüfeksiz hissettirebilmek... Bir kaç mermi vızıltısı ve yasak başlamadan evlerine varmak için koşturup duran kalabalıklar... Bu kitap bir karakter kitabı... Zaten adına bakıp bu ipucunu yakalamak mümkün... Aynı aileye mensup birkaç kişi ve onların çevresindeki birkaç kişi daha... Ve tabii bir de Eskişehir var. Onun rolü de en az diğer karakterler kadar önemli kitapta... Ben çok severim Eskişehir’i ve ne zaman fırsat bulsam giderim. Çok sık gittiğim için iyi de bilirim şehri... O yüzden adımlanan sokaklarda, yaşanan evlerde, yolculuk edilen tren istasyonlarında yabancılık çekmedim. Takıldım ben de karakterlerin peşine... Sokağa çıkma yasağı başlayana kadar adım adım takip ettim onları... Kitabın içeriğine dair daha çok şey yazılabilir ama dedim ya, ben işin o tarafında değilim bu kez... Çünkü sabaha kadar da yazsam o hazzın kaynağını o cümlelerde bulabileceğimi sanmıyorum... ------------------------- Ve aramaya devam ediyorum... Neden bu kadar sevdim bu kitabı? Geçenlerde bir kadının fotoğrafına denk geldim sosyal medyada... Kaş liftingi yapmış... Koyu bir rimelle kirpiklerini belirginleştirmiş... Sonra gözlerini kapatmış, yüzünü hafifçe yukarı çevirmiş... Hüzünlü bir ifadesi var... Fotoğrafın altına yazdıklarından öğrendim ki, rahmetli babasının ölüm yıl dönümünü anıyormuş... Belki bu kadın o kitaptaki üç beş kişinin arasında olmadığı için duymuşumdur bu hazzı. Çünkü öylesine gerçek duygular yaşayan, öylesine gerçek hüzünlenebilen, öylesine gerçek mutlu olabilen karakterler vardı ki karşımda; benim için adeta güvenli bir bölgeydi o kitabın sayfaları... Orada kaldığım sürece ne bu kadınla, ne onun farklı bir versiyonuyla karşılaşmayacağıma emindim... Akıllı telefon yok, whatsapp yok, kişisel verilerin korunması yok, troller yok, influencer’lar veya bilmemne mom’lar yok... Adalet Ağaoğlu’nun, memlekette kan gövdeyi götürürken, dünyadan kopuk, kendi saçma sapan gündemlerinin içinde boğulmuş, zengin, tuzukuru burjuva eleştirisi yapmak için kitaba dahil ettiği hafif karikatürize karakterler bile bizim günümüzde karşılaştığımız saçmalıkların yanında ne kadar da masum kalmışlar... Kibirleri bile doğal bir kibir. Sahtelikleri bile doğal bir sahtelik... Herneyse, buradan ayrılıp yola devam ediyorum... Evet, aldığım hazzın bir parçası tam olarak buradan geliyor. 80’li yılların siyaha çalan gri atmosferi altına gizlenen gerçek insanların hikayesi, yaşadıkları gerçek duyguları okudukça, eski bir dostla karşılaşmış gibi oldum... ---------------------- Anksiyete diye bir modern zaman hastalığımız var, duymayanınız kaldı mı? Muhtemelen çevrenizdeki her 10 kişiden 8’i bu hastalıktan şikayetçidir... Kaygı, endişe rahatsızlığı diye çevirdiler ama neyin kaygısı, neyin endişesi o kısım belli değil... Çünkü herkesin Anksiyete olması için bir sebebi var artık; “Çocuklar çok bunaltıyor, kendime 5 dakika zaman ayıramıyorum, Anksiyete oldum”, “çok fazla çalışmaktan Anksiyete oldum”, “bu sene tatil de yapamadık, Anksiyete oldum”, “Korona bizi mahvetti, evde herkes Anksiyete oldu”, “kazandığımızla ay sonunu getiremiyoruz, Anksiyete olduk...” Psikologlar, mesailerinin yarısını sadece bu hastalıktan muzdarip olanlara harcıyorlar artık... Anti-depresanlar bonibon gibi satıyor... Gece uykusunu tam alamayanlar bile ertesi güne Anksiyete olarak uyanabiliyorlar... Bilen bilmeyen, duyan duymayan herkes Anksiyete olmak için sıraya girmiş gibi... Benim nazarımda bu vakanın karşılığı kaygı falan değil, ‘huzursuzluk’tur... Bu huzursuzluğun kaynağı ise çoğu zaman ‘şükürsüzlük’tür. (Şükür kelimesi çok İslami bir kavram olarak geldiyse, siz onun yerine kendi hayatınızdaki karşılığı olan kavramı kullanabilirsiniz. Nihayetinde aynı kapıya çıkar.) Ben 40 yıllık hayatımda bu kadar şükürsüz yaşayan bir nesile denk gelmedim... İnsanlar çocuğum var diye şükretmek yerine, çocuklar bunalttı diye Anksiyete olmayı tercih ediyor. İşim var diye şükretmek yerine, çok çalışıyorum diye Anksiyete olmayı yeğliyor... Bunu hayatın tümüne uyarlayabilirsiniz... Yaşamla mücadele etmek, dertlerle yüzleşmek, mutluluğun veya acının, kazancın veya kaybın, yükselişin veya çöküşün anlamıyla yoğrulmak yerine anında teslim olmayı, hatta varlığın içinde yok olmayı seçmek neden bu kadar popüler bir seçenek hale geldi acaba? Her şeyin altında yatan asıl sorun, bütün duygularımızı tek bir duygu gibi yaşamaya çalışmak olabilir mi acaba? En son ne zaman gerçek bir kaygı yaşadınız? En son ne zaman tedirgin oldunuz? Ne zaman çok mutlu hissettiniz kendinizi? Ne zaman korktunuz gerçekten? Ne zaman üzüldünüz? Ne zaman yıkıldınız? En son ne zaman pişman oldunuz herhangi bir şeyden? Şöyle bir düşününce her şey ne kadar muğlak öyle değil mi? Tüm duyguları tek bir duygu gibi yaşamak... En sevinmemiz gereken anda bile gerçekten sevinememek... ( #103935336 ) Şöyle doya doya hüzünlenememek, televizyonda seyrettiğimiz acı bir haberin ardından... Şöyle damak çatlatan bir kahkaha patlatamamak... Dışarıya taşacakmış gibi hızla atan bir kalbi hissedecek kadar aşık olamamak... Hayır dostlarım... Kimse bana kaygıdan falan bahsetmesin... ------------------------- Bütün bunları neden anlattım size biliyor musunuz? Çünkü Üç Beş Kişi’nin karakterlerinde yeniden tanık oldum bu gerçek duygulara... Gerçekten aşık adamlar, gerçekten mutsuz kadınlar tanıdım... Ve gerçekten aşık kadınlar, gerçekten mutsuz adamlar tanıdım... Gerçek bir hayal kırıklığı, gerçek bir pişmanlık, gerçek bir savruluş gördüm. Ne görmesi canım, iliklerime kadar hissettim... Kendi hayatımın dayattığı ‘tek duygu ilizyonu’ndan kurtulup bir anda unuttuğum diğer tüm duyguları hatırladım onların peşinde... İşte bu ‘haz’ değil de nedir peki? Trendyol’da bulamayacağım belki de tek şeyi buldum bu kitapta... Adalet Ağaoğlu’nun muhteşem diliyle, okuru karakterlerin zihinlerine davet eden harika üslubuyla, o zihinlerde gezerken tattırdığı bin bir güzel duyguyla edebi lezzetin o asla kalkmak istemeyeceğim sofrasına kuruldum. Öyle bir sofra ki; her bölümü, her paragrafı, her satırı ayrı bir hazzı tetikledi zihnimde... Ve bu yolculuktan muhteşem bir ders çıkardım; Her insan senkronize bir şekilde iki defa yaşıyor bir hayatı... Biri dışarıda, görülen, bilinen dünyada; diğeri ise sadece kendine yer olan zihin dünyasında... Biz çevremizdeki insanların dış dünyada yaşadığı hayata tanık oluyoruz sadece. Oysa ki asıl yaşam içeride yaşanıyor... Ulaşılması en imkansız, hiç kimsenin adım atamayacağı o gizemli yerde... Milyarlarca insanın zihin dünyasında yaşadıklarının dışarıya küçük bir yansımasına ise ‘gerçek hayat’ diyoruz... Ne kadar adil sizce? Dışarıda görünene gerçek hayat diyerek, içeride yaşananı yok sayıyoruz. Yani bir hiç! Hepimiz çok iyi biliyoruz aslında, o hiçin ne olduğunu... “Ne düşünüyorsun Kısmet?” “Hiç, dayı.” İşte bu kitap, bu ‘hiç’i anlatıyor okuruna... Bir Haziran gecesi, üç beş kişinin ‘hiç’ini öğreniyoruz... Bundan daha eşsiz bir haz olabilir mi? Hepinize keyifli okumalar dilerim...
Üç Beş Kişi
Üç Beş KişiAdalet Ağaoğlu · Yapı Kredi Yayınları · 1999336 okunma
··
1.427 görüntüleme
Resul Bulama okurunun profil resmi
Bu sabah öyle güzel bir incelemeyle başladım ki güne. 1k'ya değer katan, ne anlattığını bilen, nasıl anlatılacağını bilen... Ve öylesine uzun, dolu... Bir an hiç bitmeyecek sandım:) Sonra bitmesin istedim. Kitap okumaktan iyi. Madem ki edebi hazdan bahsedildi... Kurgusuyla, mesajıyla, anlatımdaki sadelik ve etkisiyle, bizden oluşuyla, bizi anlatırken dışardan objektif bir gözle analiz edişiyle, bir yazarı anlatırken edebi beklentinin neresinde durduğunu gösterişiyle, kitabın atmosferini bize aktarırken inceleme yazısının atmosferiyle bütünleşmesiyle... Okumak bunun için değilse, ya nedir? Bu incelemeye bir inceleme yazmak çok keyifli olurdu ama rol çalmak istemem... Yazının aslına işaret edip çekilmek en iyisi. Edebi hazzı okuyanla baş başa bırakmak. Kaleminiz var olsun Necip hocam. Sevgi ve saygıyla...
Necip G. okurunun profil resmi
Ben de bu sabah harika bir yorumla başladım güne sayenizde Resul hocam... Çalakalem yazmayı hem sevmediğim hem de beceremediğim için yanıtlamam bu saatlere kaldı:) 9 ayın çarşambası derler ya, işte öyle birgün yaşadım:) Çok sık yazamadığım için, ilham veren bir kitapla karşılaştığımda ve gecenin bir yarısı olsa dahi vakit bulabildiğimde biraz kantarın topuzunu kaçırdığımı kabul ediyorum kesinlikle:) Ancak yazdıklarımızın bir şekilde karşılık buluyor olması, böylesine güzel yorumlarla bunun bir sohbete dönüşmesi, şu sürekli yalnızlığa itekleyen dünyada değerli dostlarla kurulan etkileşim öylesine güzel ve anlamlı ki, hayatta gerçekten çok az şeyde tadabiliyoruz bu pozitif etkiyi... O bahsettiğimiz edebi hazzın bir devamı niteliğinde bu sohbetler... Hayat şartları izin verdiği sürece umarım çok daha sık bir araya geliriz kitapların gölgesinde... Her cümleniz için ayrı ayrı teşekkür ederim... Fikirleriniz benim için çok kıymetli... Varolun Resul hocam... Selam ve sevgiler...
Sümeyra Özat okurunun profil resmi
... Içim dolup taşmasına rağmen hiçbir şey yazasım gelmiyor. Sanırım buna "Necip G. etkisi" adını vereceğim. Kim bilir belki de duygularımın yoğunluğunu sözcüklerle yeterince ifade edememe kaygısı. Anksiyete.. :) Bu sefer uzun uzun yorum yazmak yerine sadece kaleminize sağlık deyip köşeme çekileceğim. Bunu üşengeçlik değil, duygudaşlık olarak addedeceğinizi biliyor olmanın huzuruyla...
Necip G. okurunun profil resmi
Sümeyra hanım çok teşekkür ederim. Literatüre girdiğim için kendimle gurur duydum:) Şaka bir yana, nezaketiniz mahcup etti beni... Woolf incelemenizde bir parçasını sunduğunuz ifade yeteneğiniz, okuyanda çok daha fazlasını okuma isteği uyandırıyor. Yani başka bir ifadeyle, neler yapabileceğinizi az çok biliyoruz:) Öte yandan haklısınız, sözcükler bazen duygu yoğunluğunu kaldırabilecek kadar kullanışlı olmayabiliyor... İç dünyanın fırtınası bazen hafif bir esinti gibi taşıyor dışarı... 'Duygudaşlık' ne güzel bir ifade... uzun uzun yorum yapsaydınız belki bu kavram kadar iyi ifade edemeyecektiniz kendinizi... Anlatılmak isteneni taşıyabilecek bir kavramı bulduktan sonra cümlelere ne hacet? Tekrar teşekkür ederim samimiyetiniz için... Selam ve sevgiler...
1 sonraki yanıtı göster
Seda okurunun profil resmi
Kitabı okurken sizin aldığınız hazzın bir benzerini, incelemenizi okurken almış olabilirim. Kitabı henüz okumadım lakin methini çok duydum. Bir hocam, Üç Beş Kişi'nin, Türk edebiyatında zaman mefhumunu merkeze almayı becermiş en iyi romanlardan biri olduğunu söyler durur hep. Satırlarınız sayesinde merakım katmerlendi. Ellerinize, emeğinize sağlık olsun.
Necip G. okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim Seda hanım, böyle bir haz kırıntısı bıraksa dahi bu beni çok mutlu eder... Hocanız harika bir tespit yapmış... Şimdi ben de o açıdan yeniden gözden geçirdim okuduklarımı... Ben farklı bir tarafından dile getirmeye gayret ettim ama aynı şekilde 'zaman'ı özneye çekip çok farklı çıkarımlar yapmak mümkün bu kitap özelinde... Bana sorarsanız, gerçek bir ustalık eseri... Değerli yorumunuz için tekrar teşekkürler... Daha sık karşılaşmak dileğiyle... Sağlıcakla kalın...
Eylül Türk okurunun profil resmi
Evet yolunda her şey, Sakındıklarının en uzağında, kabul görenlerin yüreğinde, güvendesin... En son izlediğin bütün filmlerde, yaşadığın zihin üstü, fantastik serüvenler, hatırlatmadı seni... Herşey yolunda, seni bugün de alkışladı, tebessümler... WhatsApp gruplarından yazanlar oldu, sosyal platformların her biri sana dair sayfalarda gezinenlerle doldu, görülmek güzeldi, görülmek için silinmek güzeldi, silinmek için görülmek... O yarılanmış perdelerden bir kaç cümle sızdı yalnız, altını çizdiğin... İlhamıyla sustuğun oldu, söylenmemiş cümleler zihninde, görülesi yerler gibiydi, patikasında koşturduğun ilk sezişleri andırıyordu, onlar da coşkuyla alkışladılar seni... Herşey yolunda, keyifle çay içip, hiç tutturamadığın kıvamını sevmeye başladın limonlu kekin, yokluğun da oradaydı... Kimlerle konuştun, kimlerle... Tek kelime etmeden... Birisi, bir şarkı gönderdi, eski dostlardan, uzaklardan... Şarkıyı dinledin, içine girmeden, bir görev gibi, son saniyesine kadar dinledin. Güzelmiş dedin... Çok güzelmiş!.. Güzel neydi? İnsanın içini dolduran bir nefes miydi? Taaa içinden konuşabilmek miydi? Herşey yolunda, hani bir film vardı, evin büyük ablası hep böyle diyordu, "yine de herşey o kadar da kötü değil..." Artık, sende kendini sevenleri ve kendinde sendeleyenleri, yani bir bir bildiklerini, yani gerçek seni hatırlamanın zamanı gelmedi mi? ... Ah Necip Bey, sabah sabah bize ikram ettiğiniz tebessüm, günlerdir güneş yüzü görmeyen bir çift gözün eşiğe ayak basması gibiydi, kısarak gözlerini, tatlı bir dirilişle... İyi ki şurada aldığımız soluğun kalbi bu kadar ritmini buluyor bazen... İyi ki diyorum, iyi ki... Kalbinize hürmetle 🌹☘️
Necip G. okurunun profil resmi
Eylül hanım, bütün yazı boyunca 'haz'dan bahsedip üzerine bu güzel cümlelerle karşılaşmak... Haz, kaldığı yerden devam ediyor... Her güzel şey bir yenisini doğuruyor... "Güzel neydi? İnsanın içini dolduran bir nefes miydi? Taaa içinden konuşabilmek miydi?" O nefes, ne olduğunun farkına vardığımızda güzelleşiyor... Farkına vardığımız her şey, daha da güzelleşiyor... Sizin de bu güzel yorumunuzu farkına varabilmek için tane tane, sindire sindire okudum... Eğer bir tebessüm hediye edebilmişsem benden mutlusu olamaz. Umarım o tebessümler hayatınızın her anına yayılarak devam eder, hiç kaybolmaz... Çok teşekkür ederim Eylül hanım, tüm iyi dileklerimle...
1 sonraki yanıtı göster
Nesrin A. okurunun profil resmi
Necip Bey sosyal medyada karşılaştığınız kadının ayrıntılı tarifine bayıldım :) Ve bunu gözümün önünde canlandırması ne yazık ki bir saniyeden azken, o bahsettiğiniz ‘gerçek duygulu’ yüzü resmedemiyorum kafamda şimdi. Geçenlerde Sosyal İkilem’i izledim, az buçuk bildiklerimizi işin geliştiricileri toparlayıp sokuyorlar gözümüze. Oradaki sosyal medya icatçılarından biri ‘Beğen’ sekmesinin yaratıcılarındanım dedi, günümüzdeki kaygı durumunun büyük bir yüzdesini oluşturan yüce buton. Sizin çocuklarla durumunuz ne bilmiyorum ama ben bizim kızlar için gelecekteki hallerinden gerçekten ‘kaygı’lıyım bu platformlar hakkında. Elinize sağlık, yine çok güzel bir inceleme :)
Necip G. okurunun profil resmi
Nesrin hanım, kesinlikle çok doğal karşılaşıyorum bu durumu. Çünkü o kadın ve erkeklerle gün içerisinde sayısız defa karşılaşıyoruz. Ve tektipleşme yüzünden artık neredeyse ayırt edilemez oldular... Önceden sadece insanların yüzleri birbirine benzemeye başlamıştı, şimdi karakterleri, tepkileri ve tepkisizlikleri de benzemeye başladı. Bu döngüye henüz katılmamış doğal bir insan suretiyle karşılaştığımızda garipsemeye başlıyoruz... 'Beğen' butonu, üzerinde araştırma tezleri yazılacak kadar derin bir konu haline geldi... Eskiden çizgi filmlerde veya absürd komedi filmlerinde 'dünyayı yok eden buton' diye bir buton vardı. Şimdi onun farklı bir versiyonu gerçek oldu. 'İnsanı (ya da insanlığı diyelim) yok eden buton şeklinde yeniden hayatımıza girdi. Çocuklara gelince, kızım artık 9 yaşına geldi ve şu dönem itibariyle otokontrolünü yapabiliyor. Yani odasında tek başına ipad seyrederken veya oyun oynarken gözüm arkada değil şimdilik. Ancak sürekli böyle mi devam edecek bunu şimdiden kestiremiyorum. Baskı kurmadan anlatmaya çalışıyoruz. Örnek olmamak için biz de sosyal medyayla ilişkimizi çok sınırlandırdık. Umarım gerçekten o 'kaygı'yı hissedeceğimiz bir noktaya taşınmaz bu işler... Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim Nesrin hanım... Umarım daha sık karşılaşırız:) Selam ve sevgilerimle...
Bu yorum görüntülenemiyor
Neşe okurunun profil resmi
“Ürpertici bir Haziran gecesinde bir şarkı mırıldanır gibi mırıldanıyorum size... Belki de sadece üç beş kişiye..” Duydum Necip Bey. Duydum. Doğru yöne yürüdüğümü bilmemin güveniyle, sesinize doğru yürüdüm. Her notayı yüreğimin içinde duyarak, usul usul, sindire sindire dinledim. Adalet Ağaoğlu’nun ‘Dar Zamanlar Üçlemesi’ni okumuştum geçtiğimiz yıl. Bugün hâlâ etkisinden çıkamadığım satırlara geri götürdü sesiniz. Bir de hatırladıkça gözlerimi dolduran kara habere... ( Benden hep duygusal cümleler çıkıyor biliyorum ama hayatı böyle yaşamak da iradem dışında seyrediyor, yapacak bir şey yok.) Bazı insanlar ‘tanıdık’tır, ‘arkadaş’ değildir. Ancak pek çok arkadaştan kat be kat değerlidir. Asalakların yüzsüzce salınarak ortalıkta gezdiği dünyada, üretkenliği ve asaletiyle hayata sessizce anlam katan bir tanıdığın bir damla kadar bile olmayan kan pıhtısı yüzünden engelli bir çocuğa dönüşmesinin haberi çınladı yine kulaklarımda. İsyankâr biri değilim, nefes alabildiğim için bile şükrederim ama o haberi aldığımda önce darmadağın oldum, sonra dert ettiklerime utandım. Gerçek sandığı kaygılar içinde savrulan ve sahip olduklarının değerini bilmeyen günümüz insanını ne kadar yerli yerinde vurgulamışsınız. Her şeyi aynı anda sahiplenmek, her duyguyu aynı anda yaşamak isteyen ‘huzursuz’ insanı. Gerçekten sevemeyen, gerçekten gülemeyen, gerçekten üzülemeyen, pişman olamayan insanları serdiniz gözlerimin önüne. Hepimizi zaten zorla tutunduğumuz hayattan soğutanları... Ama bir yandan da sesinizden sızan umudu kattım umutlarıma. Bu kadar mı güzel ifade edilir bir kitaptan yola çıkan hisler? Elinize sağlık, yüreğinize sağlık. Değerli olduğunuz gibi, değerlerle dolu bir ömrünüz olsun.
Necip G. okurunun profil resmi
( Benden hep duygusal cümleler çıkıyor biliyorum ama...) Neşe hanım tam da böyle bir yazının üzerine bu ifadeniz öyle iyi denk geldi ki... Sizin gibi değerli dostlarımız sayesinde hasret kaldığımız bu gerçek duygularla karşılaşabiliyoruz. Hem kendi yazdığınız metinlerde, hem yorumlarınızda duygularınız, fikirleriniz öylesine açık ve samimi ki... İşte yorumunuzda geçen "Bazı insanlar ‘tanıdık’tır, ‘arkadaş’ değildir. Ancak pek çok arkadaştan kat be kat değerlidir" cümlesi işte bu şekilde anlamını buluyor... İnsan tüm birikimini bankaya emanet etmesi gibi, aklından yüreğinden geçenleri de tek bir saniye düşünmeden gelip size emanet edebilir... O mırıldanmaların büyümesi ve bir sese dönüşmesi, daha da önemlisi bu sesin doğru insanlara ulaşması ne kadar değerli... Tüm enerjimizi emip tüketen insanlar biz var olduğumuz sürece var olmaya devam edecek. Sorun bence onların çevremizde olması değil. Asıl sorun, onları dengeleyecek, kaybettiğimiz enerjiyi bize geri kazandıracak dostlarımızın da olmaması. Hiç olmadığı kadar iyi insanlara ihtiyacımız var. Duygularıyla yaşamayı bilen, kendini gerçekleştirebilen insanlara... Ancak bu şekilde geçebileceğiz bu köprüyü... Sizin de yüreğinize sağlık Neşe hanım... Aynı değerler, kat kat fazlasıyla sizin de hayatınızdan eksik olmasın... Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim... Selam ve sevgiler...
Yeşim okurunun profil resmi
Herkes her şey ne kadar sahte değil mi Necip Bey? Şu teknoloji işe yarasada bizi samimi insanların yaşadığı dönemlere ışınlasa... Ne çok isterim. Şükürsüz tayfa evet. Düpedüz şımarıklık yapıyor bir kısım insan. Her şeyleri tam ama mutlaka bir kulp takıyorlar. Kendi kendime "bunlar tam dayaklık!!" demişliğim vardır.. Mesela çok yakın bi tanıdığım senelerce "Çok seyahat ediyorum çocuğum yok!" diye şikayet ediyordu. Çocuğu oldu bu defa da "Seyahat edemiyorum!!" diye sızlanmaya başladı. Ne diyeceğimi bilemedim.. Bunun dışında gözünden mutsuzluk aktığı halde çok mutlu rolü yapanlarda var. Her şey sahte....Herkes yalancı....Bu durum insanlardan uzaklaştırıyor. Neyse ki kitaplar var. Hiç kısmına gelecek olursam geçenlerde ya okudum ya da duydum tam emin değilim. "Eşler bile birbirine yabancı sonuçta aynı rüyayı görmüyorlar." diye bir söz geçiyordu bir yerlerde. Onu anımsattı bana. En yakınlarımızdan bile çok uzağız... Bu arada bir süredir kendi işgüzarlığımdan uyku problemi çekiyorum. Buna da artistik bir isim arıyordum. Anksiyete koyayım bari adını :) Elinize sağlık. Çok güzel yazmışsınız yine. İnceleme yazsanız da okusam diye pusuda bekliyorum resmen. Bi ara sizin seçip inceleme yazdığınız kitaplar içinde liste hazırlayıp onları okumayı düşünüyorum. Bu yazarın kitaplarını da hiç okumadım. Tanışmış oluruz sayenizde.. Sabah sabah da içimi döktüm rahatladım. Eksik olmayın :)
Necip G. okurunun profil resmi
Yeşim hanım inanın hepimiz benzer insanların arasında, benzer şeyler yaşıyoruz. Birimiz bir gözlemini veya bir anısını anlatsa, sanki kendimiz aynısını yaşamışız gibi oluyor. Tektipleşme, sıradanlaşma koronadan çok daha hızlı yayılıyor... Bana sorarsanız gerçek salgın hastalık işte bu sahteliktir derim... Yine de öyle ya da böyle, buna direnebilen insanlar bir yerlerde buluşabiliyor. Şu an bizim burada yeşertmeye çalıştığımız şey gibi sımsıkı tutunuyoruz. Kitaplara, fikirlere, samimi duygulara tutunuyoruz. Hiç kısmında 'eş' örneği meseleyi çok iyi anlatıyor bence de... En yakın insanlar bile bir yere kadar dahil olabiliyor birbirinin hayatına... Uyku probleminiz için de havalı bir isim var aslında: Insomnia :) Ama anksiyete 'joker' oyuncu olduğu için deneyebilirsiniz. Hem yanına başka şeyler de koymak istersiniz belki:) Yazdıklarım konusunda güzel düşünceleriniz için ayrıca teşekkür ederim. Bazen çok güzel, ilham veren kitaplar okuyorum ama yazmaya fırsat olmuyor... Eğer dün gece bu incelemeyi yazamasaydım belki bu da arada kaynayıp gidecekti... Çok yoğun birgün geçirdiğim için bu güzel yorumunuza biraz geç dönebildim, lütfen kusura bakmayın... Tekrar teşekkürler Yeşim hanım, selam ve sevgiler...
1 sonraki yanıtı göster
Semih Doğan okurunun profil resmi
Edebi hazzı çok güzel tarif etmiş ve hissettirmişsin Necip abi. Ben de diğer okurlar gibi bu hissi yaşadım. Ayrıca "...bir Mimar Sinan eserine, bir Van Gogh tablosuna bakarken ya da bir Yunus Emre dizesi, bir Chopin bestesi dinlerken hissettiğim hazzın bir benzeri"ni hissettiğim dediğin eseri bayağı merak ettim. Araştırılacak kitaplar defterime not alıyorum hemen. Teşekkür ederim.
Necip G. okurunun profil resmi
Çok teşekkürler Semih... Bir ustanın elinden çıkmış bir yapıya, bir tabloya, bir şiire veya bir besteye bakarken/dinlerken diye başladığım ama sonradan kendi zevkimce isimlendirdiğim bir ifade... Ben bu kitabın, Adalet Ağaoğlu'nun ustalık eserlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Düşünüyorum, çünkü diğer kitaplarını henüz okumadım... Üçlemeyi de okuyacağım ilk fırsatta... Karakterleri bu gerçeklikte konuşturmak, o harika ve özenli cümleler belli bir yaşanmışlığın, belli bir tecrübenin süzgecinden geçmeden yüzeye çıkamaz bence... Malum, yazar üçlemesi ile tanınıyor daha çok. Ancak bir gün tekil bir eserine şans vermeyi düşünürsen kesinlikle aklında olsun derim... Görüşmek dileğiyle, değerli dostum... Sevgiler...
Pol Gara  Yeşim Firûzan okurunun profil resmi
Merhaba Necip Bey 🙋 Güzel yüreğinize sağlık, ömrünüze bereket, kaderinize iyilik güzellik İnşallah arkadaşım 💐 Kitabı okumadım alıntılarınız dışında fakat, incelemenizi okudum ve incelemenizin hissettirdiği duygular, bu sitede güzel arkadaşlarla olduğum için bir kez daha sevindirdi ve şükür nedenim oldu, elhamdülillah 💐🙋😊 Hep daha iyi olun İnşallah Necip Bey. 🙋😊 Teşekkürler ederiz 💐😊
Necip G. okurunun profil resmi
Yeşim hanım ben de size çok teşekkür ederim. Tüm güzel dilekleriniz kat kat fazlasıyla size de dokunsun inşallah... Her zaman yazıp söylediğimiz gibi; güzel bakıp güzeli görmeye gayret ediyoruz. Buradaki dostlarımız güzeli görme noktasında birer hazine gibi... Siz de çok daha iyi olun inşallah... Huzur hayatınızdan hiç eksik olmasın... Selam ve sevgiler...
1 sonraki yanıtı göster
14 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.