Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

316 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
12 günde okudu
Bir Haziran gecesi, kocaman bir ‘hiç’in peşinde...
İnsan masaya oturduğunda zeytin-ekmekle veya bir tas çorbayla da doyar doymasına... Lakin eğer çok sevdiğiniz bir yemek önünüze geldiyse, orada hissedilen şey doygunluktan bir tık öte, farklı bir histir. Masada geçirilen süre uzar, önce uzun uzun bakışlarla gözler doyurulur... Ağıza alınan her lokma fazladan bir tur daha döner damakta... İşte o an damarlarımızdan akan şey kan değil, 'HAZ'dır... Edebiyatta da var bunun bir karşılığı... Kimi kitapları okurken beyin kanallarının açıldığını hisseder insan... Nöronlar oradan oraya cirit atmaya başlar... Bir felsefi düşünce, bir fikir, doğru bildiğiniz bir yanlışın dile gelişi... Kitapta bir nehir gibi akan düşünceler bir pınardan dökülür gibi dökülüverir dimağnıza... Kimi kitaplarda ise bilgi yağmuruna tutuluruz. Kitaba başlamadan önce her kimsek, kitabı bitirdikten sonra artık o kişi değilizdir. ‘Bilmeyen bilene muhtaçtır’ demişler ya, artık öncekine nazaran ‘muhtaç’lığımız bir dirhem daha azalmıştır. Kurgusuyla bizi koltuğa çivileyen kitaplar vardır bir de... Kapağın açılmasıyla kapanması arasında ne olduğunu anlamayız... Bizi bu dünyadan alıp götüren, sonra da birden koltuğumuza ışınlayan bir uzaylı gibidir bu eserler... Kitabı bitirdikten sonra saatlerce, belki günlerce kitabın içinde dolaşmaya, çevremizi de sanki kitaptan bir parçaymış gibi görmeye devam ederiz... Aslında hepsi bu edebi hazzın farklı bir parçasını taşır içinde... Yani düşünmek de, öğrenmek de, etkilenmek de o hazzın bir durağıdır... Peki bunlardan hangisiydi Üç Beş Kişi? Bence hiçbiri değildi... Derin derin düşündürmedi beni okurken... Hiç bilmediğim yepyeni bilgiler paylaşmadı benimle... Kurgusuyla çekip almadı beni gerçek dünyamdan... Ancak öyle bir edebi haz duydum ki okurken; bir Mimar Sinan eserine, bir Van Gogh tablosuna bakarken ya da bir Yunus Emre dizesi, bir Chopin bestesi dinlerken hissettiğim hazzın bir benzeri gibiydi... İşte bu hazzın peşine düşmek, kaynağını bulmak için yazmaya başladım bu satırları da... Bazı kitapların konusunu, bazılarının da duygusunu anlatmak, paylaşmak istersiniz... İşte ben şimdi o duygunun kayığında çekiyorum küreklerimi... Ürpertici bir Haziran gecesinde bir şarkı mırıldanır gibi mırıldanıyorum size... Belki de sadece üç beş kişiye... ------------------------- “Gece, Haziran. Ama günlerin en uzunuyla gecelerin en kısasına zaman var daha.” İşte ne olup bittiyse bu gecede yaşanıyor üç beş kişinin hikayesi... Yukarıdaki alıntı, kitapta yer alan yedi bölümün ortak cümlesi... Yıl 1980. Darbenin eli kulağında. Ancak biz bu darbe atmosferini sadece fonunda görüyoruz kitabın. Daha doğrusu duyuyoruz. Sessizlikte patlayan; sohbetleri bölen, yolda yürüyeni korkutan, camdan bakanı içeri sokan birkaç zamansız silah sesiyle duyuyoruz. Bir de gece yarısından sonra başlayan sokağa çıkma yasaklarından anlıyoruz. İşte size bir yazar becerisi... Darbenin o boğucu, o kasvetli ortamını kansız, kavgasız, apoletsiz, tanksız tüfeksiz hissettirebilmek... Bir kaç mermi vızıltısı ve yasak başlamadan evlerine varmak için koşturup duran kalabalıklar... Bu kitap bir karakter kitabı... Zaten adına bakıp bu ipucunu yakalamak mümkün... Aynı aileye mensup birkaç kişi ve onların çevresindeki birkaç kişi daha... Ve tabii bir de Eskişehir var. Onun rolü de en az diğer karakterler kadar önemli kitapta... Ben çok severim Eskişehir’i ve ne zaman fırsat bulsam giderim. Çok sık gittiğim için iyi de bilirim şehri... O yüzden adımlanan sokaklarda, yaşanan evlerde, yolculuk edilen tren istasyonlarında yabancılık çekmedim. Takıldım ben de karakterlerin peşine... Sokağa çıkma yasağı başlayana kadar adım adım takip ettim onları... Kitabın içeriğine dair daha çok şey yazılabilir ama dedim ya, ben işin o tarafında değilim bu kez... Çünkü sabaha kadar da yazsam o hazzın kaynağını o cümlelerde bulabileceğimi sanmıyorum... ------------------------- Ve aramaya devam ediyorum... Neden bu kadar sevdim bu kitabı? Geçenlerde bir kadının fotoğrafına denk geldim sosyal medyada... Kaş liftingi yapmış... Koyu bir rimelle kirpiklerini belirginleştirmiş... Sonra gözlerini kapatmış, yüzünü hafifçe yukarı çevirmiş... Hüzünlü bir ifadesi var... Fotoğrafın altına yazdıklarından öğrendim ki, rahmetli babasının ölüm yıl dönümünü anıyormuş... Belki bu kadın o kitaptaki üç beş kişinin arasında olmadığı için duymuşumdur bu hazzı. Çünkü öylesine gerçek duygular yaşayan, öylesine gerçek hüzünlenebilen, öylesine gerçek mutlu olabilen karakterler vardı ki karşımda; benim için adeta güvenli bir bölgeydi o kitabın sayfaları... Orada kaldığım sürece ne bu kadınla, ne onun farklı bir versiyonuyla karşılaşmayacağıma emindim... Akıllı telefon yok, whatsapp yok, kişisel verilerin korunması yok, troller yok, influencer’lar veya bilmemne mom’lar yok... Adalet Ağaoğlu’nun, memlekette kan gövdeyi götürürken, dünyadan kopuk, kendi saçma sapan gündemlerinin içinde boğulmuş, zengin, tuzukuru burjuva eleştirisi yapmak için kitaba dahil ettiği hafif karikatürize karakterler bile bizim günümüzde karşılaştığımız saçmalıkların yanında ne kadar da masum kalmışlar... Kibirleri bile doğal bir kibir. Sahtelikleri bile doğal bir sahtelik... Herneyse, buradan ayrılıp yola devam ediyorum... Evet, aldığım hazzın bir parçası tam olarak buradan geliyor. 80’li yılların siyaha çalan gri atmosferi altına gizlenen gerçek insanların hikayesi, yaşadıkları gerçek duyguları okudukça, eski bir dostla karşılaşmış gibi oldum... ---------------------- Anksiyete diye bir modern zaman hastalığımız var, duymayanınız kaldı mı? Muhtemelen çevrenizdeki her 10 kişiden 8’i bu hastalıktan şikayetçidir... Kaygı, endişe rahatsızlığı diye çevirdiler ama neyin kaygısı, neyin endişesi o kısım belli değil... Çünkü herkesin Anksiyete olması için bir sebebi var artık; “Çocuklar çok bunaltıyor, kendime 5 dakika zaman ayıramıyorum, Anksiyete oldum”, “çok fazla çalışmaktan Anksiyete oldum”, “bu sene tatil de yapamadık, Anksiyete oldum”, “Korona bizi mahvetti, evde herkes Anksiyete oldu”, “kazandığımızla ay sonunu getiremiyoruz, Anksiyete olduk...” Psikologlar, mesailerinin yarısını sadece bu hastalıktan muzdarip olanlara harcıyorlar artık... Anti-depresanlar bonibon gibi satıyor... Gece uykusunu tam alamayanlar bile ertesi güne Anksiyete olarak uyanabiliyorlar... Bilen bilmeyen, duyan duymayan herkes Anksiyete olmak için sıraya girmiş gibi... Benim nazarımda bu vakanın karşılığı kaygı falan değil, ‘huzursuzluk’tur... Bu huzursuzluğun kaynağı ise çoğu zaman ‘şükürsüzlük’tür. (Şükür kelimesi çok İslami bir kavram olarak geldiyse, siz onun yerine kendi hayatınızdaki karşılığı olan kavramı kullanabilirsiniz. Nihayetinde aynı kapıya çıkar.) Ben 40 yıllık hayatımda bu kadar şükürsüz yaşayan bir nesile denk gelmedim... İnsanlar çocuğum var diye şükretmek yerine, çocuklar bunalttı diye Anksiyete olmayı tercih ediyor. İşim var diye şükretmek yerine, çok çalışıyorum diye Anksiyete olmayı yeğliyor... Bunu hayatın tümüne uyarlayabilirsiniz... Yaşamla mücadele etmek, dertlerle yüzleşmek, mutluluğun veya acının, kazancın veya kaybın, yükselişin veya çöküşün anlamıyla yoğrulmak yerine anında teslim olmayı, hatta varlığın içinde yok olmayı seçmek neden bu kadar popüler bir seçenek hale geldi acaba? Her şeyin altında yatan asıl sorun, bütün duygularımızı tek bir duygu gibi yaşamaya çalışmak olabilir mi acaba? En son ne zaman gerçek bir kaygı yaşadınız? En son ne zaman tedirgin oldunuz? Ne zaman çok mutlu hissettiniz kendinizi? Ne zaman korktunuz gerçekten? Ne zaman üzüldünüz? Ne zaman yıkıldınız? En son ne zaman pişman oldunuz herhangi bir şeyden? Şöyle bir düşününce her şey ne kadar muğlak öyle değil mi? Tüm duyguları tek bir duygu gibi yaşamak... En sevinmemiz gereken anda bile gerçekten sevinememek... ( #103935336 ) Şöyle doya doya hüzünlenememek, televizyonda seyrettiğimiz acı bir haberin ardından... Şöyle damak çatlatan bir kahkaha patlatamamak... Dışarıya taşacakmış gibi hızla atan bir kalbi hissedecek kadar aşık olamamak... Hayır dostlarım... Kimse bana kaygıdan falan bahsetmesin... ------------------------- Bütün bunları neden anlattım size biliyor musunuz? Çünkü Üç Beş Kişi’nin karakterlerinde yeniden tanık oldum bu gerçek duygulara... Gerçekten aşık adamlar, gerçekten mutsuz kadınlar tanıdım... Ve gerçekten aşık kadınlar, gerçekten mutsuz adamlar tanıdım... Gerçek bir hayal kırıklığı, gerçek bir pişmanlık, gerçek bir savruluş gördüm. Ne görmesi canım, iliklerime kadar hissettim... Kendi hayatımın dayattığı ‘tek duygu ilizyonu’ndan kurtulup bir anda unuttuğum diğer tüm duyguları hatırladım onların peşinde... İşte bu ‘haz’ değil de nedir peki? Trendyol’da bulamayacağım belki de tek şeyi buldum bu kitapta... Adalet Ağaoğlu’nun muhteşem diliyle, okuru karakterlerin zihinlerine davet eden harika üslubuyla, o zihinlerde gezerken tattırdığı bin bir güzel duyguyla edebi lezzetin o asla kalkmak istemeyeceğim sofrasına kuruldum. Öyle bir sofra ki; her bölümü, her paragrafı, her satırı ayrı bir hazzı tetikledi zihnimde... Ve bu yolculuktan muhteşem bir ders çıkardım; Her insan senkronize bir şekilde iki defa yaşıyor bir hayatı... Biri dışarıda, görülen, bilinen dünyada; diğeri ise sadece kendine yer olan zihin dünyasında... Biz çevremizdeki insanların dış dünyada yaşadığı hayata tanık oluyoruz sadece. Oysa ki asıl yaşam içeride yaşanıyor... Ulaşılması en imkansız, hiç kimsenin adım atamayacağı o gizemli yerde... Milyarlarca insanın zihin dünyasında yaşadıklarının dışarıya küçük bir yansımasına ise ‘gerçek hayat’ diyoruz... Ne kadar adil sizce? Dışarıda görünene gerçek hayat diyerek, içeride yaşananı yok sayıyoruz. Yani bir hiç! Hepimiz çok iyi biliyoruz aslında, o hiçin ne olduğunu... “Ne düşünüyorsun Kısmet?” “Hiç, dayı.” İşte bu kitap, bu ‘hiç’i anlatıyor okuruna... Bir Haziran gecesi, üç beş kişinin ‘hiç’ini öğreniyoruz... Bundan daha eşsiz bir haz olabilir mi? Hepinize keyifli okumalar dilerim...
Üç Beş Kişi
Üç Beş KişiAdalet Ağaoğlu · Yapı Kredi Yayınları · 1999338 okunma
··
1.434 görüntüleme
Osman Y. okurunun profil resmi
Eline sağlık dostum. Çölde vaha , pandemide aşı , 1000K'da Necip :) Güzel bir nefes aldırdın bize.
Necip G. okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim değerli dostum... İncelemenin gerçekten işe yaraması için 28 gün sonra tekrar okumanız gerekiyor:) Güzel nefesler eksik olmasın hayatımızda... Sevgiler...
Bu yorum görüntülenemiyor
14 öğeden 11 ile 14 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.