Yeraltına dalmak isteyenler için boğulmamalarını diliyorum, zira Dostoyevski hiç çekinmeden son derece açık bir şekilde insanın yüzüne kusuyor yeraltını...
Kitabın ilk bölümü 40-45 sayfadan oluşuyor. Tıpkı bir sebep sonuç ilişkisi gibi ikinci bölümde gerçekleşen davranışların temeli niteliğinde bir bölüm. Adı "Yeraltı" olan bu bölümü okurken biraz bunaldım açıkcası. Ancak bu bunalmayı derin bir suya yüksekten yanlış bir şekilde ( yüzü koyun ) atlamanın sonucunda oluşan göbekteki kızarıklık ve sızlama gibi düşünebilirsiniz. Dostoyevskinin bu "Yeraltı" denizine ilk kez atlayan birisi elbetteki ani bir darbe almışcasına tüm damarlarından insanlık sıvısı akacak ve bu sıvı akarken de maskeden insanlığına sızı verecektir.
İkinci bölüm ise dostoyevski akıcılığında çabucak biten bir anlatım oldu benim için. Gerçekleri söylemek gerekirse, ilk bölümü (40-45 sayfa) 2 günde parça parça okumalarla ızdıraplı bir şekilde bitirmeme rağmen ikinci bölümü bitirmem 1-2 saatimi aldı. (Kitap bittikten sonra dönüp tekrar ilk kısmı okudum. Çünkü dostoyevskinin ne anlatmaya çalıştığını kitabın son sayfalarında daha da anlamıştım.)
Kitabı bütün halde ele alacak olursak ise Yeraltında geçen sükutun "canlı hayat" ile çarpışması diyebiliriz.
"Bütün bu yazdıklarımın tatsız bir etki yaratacağına
da eminim, zira hepimiz yaşamla bağını az ya da çok
kaybetmiş, kör topal idare eden insanlarız. Hatta yaşamdan
öylesine kopuğuz ki, gerçek "canlı hayata" karşı adeta tiksinti
duyuyor, bize hatırlatılmasına dahi katlanamıyoruz. Öyle bir
hale gelmişiz ki, gerçek "canlı hayat" bize adeta bir iş, bir
ödev gibi görünüyor, onu kitaptan öğrenmeyi yeğliyoruz. Peki
neden bazen telaşa kapılır, kimi kaprisler, çılgınlıklar yaparız?
İstediğimiz nedir? Bunu kendimiz de bilmeyiz. Kaprislerimiz,
isteklerimiz yerine gelse bundan ilk biz zararlı çıkarız. Bize
daha fazla serbestlik vermeyi, ellerimizi çözmeyi, hareket
alanımızı genişletmeyi, üstümüzdeki vesayeti kaldırmayı
deneyin bir... sizi temin ederim, o anda tekrar vesayet altına
girmeye can atarız"