Nereden başlayacağımı bilmiyorum.Gelki ne okuduğumu da bilmiyorum.Roman mı? Felsefe Ders Kitabı mı? Coğrafya Atlası mı? Romansa;modern mi,postmodern mi? Kahraman bakış açısı mı,Tanrısal bakış açısı mı? Kitabın bitip bitmediğini bile bilmiyorum,okuduktan sonra sonluluk sonsuzluk mefhumlarını kaybetmiş olan benliğimle bilmiyorum...Bir yerden başlamak gerek yine de bilmeden Roberto gibi kaybolmuş gibi 180. meridyenden karşı adadan 'bir önceki güne' gitmeye çalışaraktan..
Yazar bir mektup geldiğini ve bunu nasıl romana çevireceğini göstererek başlıyor yazmaya.Daha ilk dakikadan az şeyden çok şey çıkarma sanatını,göstergebilimi,Aristoteles Dürbünü'nü müjdeleyerek.Mektuptan her kelimeden yeni dünyalar dünyalar içinde dünyalar,onun içinde insanlar,organlar,kanlar,atomlar ve sonsuz mefhumlar.Mikro-organizmaya kadar inip evrenin sonsuzluğuna kadar uzanan dünyalar yaratıp dünyalar yıkan bir yazar edasıyla...
Neyse 180. meridyen demiştik.Her ne kadar zaman ve mekan algımı yitirmiş olsam da hafızamı kaybetmedim :) Yazı uzun olacak isteyen okumasın,amacım buraya günlük gibi işlemek hafızama kazımak ve incelemeyi okuma meşakkatine katlanacak arkadaşlarla istişare edebilmek.Evet 180. meridyen,sonrası zaman kayması bir önceki günün yaşandığı ada..Adada bir adam adı Roberto de la Grive..Nasıl adaya düştüğünü hatırlamaya çalışırken geçmişiyle yüzleşen,korkularından doğan şizofrenik 'Kabil' kardeş Ferrante...Ve onun gözünden kaybolmayan heyulası..Ve bir garip platoni yarım kalmış bir aşkın katmerlenen ızdırabı..
Şimdi spoiler vermeden kemikten giderek şunu söyliyim;Çocukluğunda babası Ferrnando'ya tek çocuk olmasına karşın sen benim ilk büyük çocuğumsun diyor.Fernando çocuk bilinçaltına attığı bu düşünceyle(gerçekte olmayan,hayali) düşman bir kardeş yaratıyor,zihninde.Ve o kardeş onun hayalini,hayatını çalan,sevdiğini,babasını çalan bir 'Kabil' oluyor..Adaya düşmeden evvelki zamanlarına inen Fernando geçmişe dönüpşunları hatırlıyor,işlemediği bir suç yüzünden sürgün ediliyor(ona göre ikizi olan ferrante'nin suçunun ona yüklenmesi sonucu) Zannımca bu olayda suçu işleyen Adem yüzünden dünyaya fırlatılan Ademoğlu'na atıf yapılıyor.Sonra Avrupa'da girdiği savaşları düşünüyor.Aristoteles dürbününü kelimelerden kelime,sezgi ve ve dünyalar yaratma sanatını.(bkz. göstergebilim) Gemiyi ve adayı anlamlandırma mücadelesi verirken zihni açılıyor davetsiz bir misafirle beraber onu delirtmeye çalışırken.Sonra bu kavramları aça aça nerede olduğunu nerden geldiğini anlamlandırma çabasıyla hiçliğe demir atıyor daphne'nin yırtıcı sularında.Herşeyin tek olduğunu,tek'in herşey olduğunu zamanın herşeyden bağımsız ama herşeyin içinde olduğunu farkediyor.Şeyin içindeki şey paradokslarıyla sayısız anlam türetirken bir gün öncesine bir adım bile gidemiyor.Hergünün bir gün sonrasının devamı olduğunu bile bile..Evrende bir toz bulutu olduğunu varlığının ve yokluğun hiç bir şeye yaramadığını aslında sadece yokluğun varlığına tuz biber olduğunu görüyor.Kirkegaard'ın Ölümcül Hastalık Umutsuzluğuna boyun büküyor.Necip Fazıl'ın değimiyle akışta demetlenmiş büyük küçük kainatların içinde bir nokta olmasını,o noktanın içinde noktalar olmasını boşluk gereksinimini dünyada oluşan her boşluğun tanrısal metodlarlar dolmasına rağmen boşluk yaratma çabasını gösteriyor.Boşluk varsa diyor,boşluk da olmayan şeyse ve olmayan şey olan şey nasıl oluyor gibi sayısız paradokslarla 1600'lerin dünyasında okuyucuyu bir bilinçakışında değil adeta bir bilinç fışkırmasında sürüklüyor.Meçhule giden değil,gitmeden meçhule ilerleyen bir geminin içindeyken üstelik.Gelki bunları niye anlattıysam romanı okumayanlar için bir şey ifade etmeyecek olmasına rağmen galiba zayıf hafızam için yine...Biraz da Eco'ya değinelim.
Eco şüphesiz dünyanın en büyük entelektüellerinden biri olarak gösterilmesini haksız çıkarmadı.Zira bir kitap içinde coğrafya,tarih,mitoloji,psikoloji,göstergebilim.... ancak bu kadar ustaca serpiştirilirdi.Okuyucuyu tam anlamıyla entelektüel hazların içinde bırakan,bu kadar teorisel anlatıma rağmen okuruyla konuşan,onu maceradan sürüklemeyen 1. 2. ve 3. ağızdan olayı arkadaş okur döngüsünde neşredebilen bir yazarla karşı karşıyayız.Ve kitabı okuduktan sonra "daha önce hiç kitap okumamışız" dedirtecek türden bir yazarla...Sonra şizofreni gereksinimini,boşluk gereksinimi,sonluluk ve sonsuzluk kavramlarını,paradigmaların,Tanrısal kötülüğün izleklerini,dünyadan fırlatılmışlığı,baba/iktidar-oğul/kul ilişkisini alegorik bir şekilde ilmek ilmek işleyen bir yazar...Anlamları kaybederek,onları genişletip zihinin en uç kısımlarına enjekte ederek,onlardan paralel evrenlere uzanarak sona sonsuzluğa ve hiçliğe uzandırarak tüm fabrika ayarlarınızı yerle bir edecek bir yazar.Uzun lafın kısası Bilgeliğin en büyük 'Gösterge'si ve en büyük Eco'lü ile karşılaşacağınızdan emin olabilirsiniz.Cervantes'teki arkadaş/okur,Sartre'daki bulantı,Kafka'daki şizofreni ve yapısökümcülük,Oğuz Atay'daki matematik,Necip Fazıl'daki sezgicilik,Cemil Meriç'teki entelektüellik...Hepsini bir arada bulacağınızdan emin olun...
Buraya kadar okuyan herkese teşekkürler.Sınırlı bilgilerimle spoiler vermeden ana temaları karınca kararınca,topluma yararınca(en çok kendime :)) kuğu ezgisiyle,fil sezgisiyle açıklama kalkışmaya cüret ettim.Teşbihte hata olmaz derler ama varsa hatam affola...