Gönderi

156 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
·
18 saatte okudu
Cahil Bir At Sineğinden Vızıltılar
Aydınlanma hareketi ilk olarak Fransa’da doğmuş ve ardından İngiltere, Almanya, vb. birçok ülkede görülmüştür. Her coğrafyanın aydınlanması kendinde menkul birtakım özellikler barındırmaktadır. Örneğin Fransız Aydınlanması medeniyeti yücelten ve dinle sık sık karşı karşıya gelen, onunla adeta kavga eden bir aydınlanmayken; Alman Aydınlanması kültürü yücelten ve dinle pek kavgalı olmayan bir görünüm sergilemektedir. Fransız Aydınlanmasının bir başka özelliği devrimci olmasıdır. Alman Aydınlanmasında da nispeten gördüğümüz devrimci ruh, Fransız Aydınlanması kadar derin ve yoğun değildir. Her iki aydınlanmanın kendine has niteliklerinden de bahsedelim. Fransız Aydınlanmasının genel karakteristik özelliklerinden biri “ansiklopedist” bir aydınlanma olmasıdır. Alman Aydınlanmasında ise estetik üzerine yoğunluk, Orta Çağ’a olan hayranlık temel karakteristik özellikler olarak göze çarpmaktadır. Voltaire de Fransız Aydınlanmasının önde gelen simalarındandır. Eserin isminden ve alt başlığından (“Hiçbir Şey Bilmeyen Bir Adamın Soruları”) anlaşacağı üzere kuşkucudur fakat kuşkuculuğu onu karamsarlığa, tanrıtanımazlığa ve septisizme götürmez. Kuşkusu daha çok aklın sınırlarına/bilme yetisine dairdir. Hümanisttir de fakat hümanistlik onu antroposentrik (insan-merkezci) bir tutuma sürüklemez. Fırsat buldukça antroposentrik tutumu eleştirir. Örneğin bu eserinde Descartes’ı eleştirmektedir ve eleştirilerinden biri de Descartes’ın hayvanı bir makine olarak tahayyül etmesinedir. Descartes’a göre insanları hayvanlardan ayıran yegâne unsur “ruh”tur. Ruh, insan beyninin temporal lobunda bulunan sinir hücrelerinin oluşturduğu amigdaladır veya orada bulunur. Descartes bu sonuca hayvanlar üzerinde yaptığı incelemeler sonucunda ulaşmıştır, bakmıştır ki insan beyninde olan bu kısım hiçbir hayvanda bulunmuyor, o halde bu ruh olmalıdır diyerek ruhu yalnızca insanlara özgü kılmıştır; hayvanlar ise ruhsuz birer makinedir. Voltaire ise hayvanların da ruhları olduğu kanısındadır. Çünkü hayvanlar da tıpkı insanlar gibi hissediyor ve eyliyordur. Thomas Nagel’ın “Yarasa Olmak Nasıl Bir Şeydir?” isminde ünlü bir makalesi vardır, makale, zihin felsefesinin gidişatını değiştiren ve yönlendiren bir hüviyete sahiptir. Bu makalede Nagel, insanın anlama yetisinin hayvanları anlamaya yetmeyeceğini, ancak kendiyle sınırlı olduğunu serimler. Yani, “yarasa olmak nasıl bir şeydir?” sorusunun cevabı, “ne bileyim ben, yarasa değilim ki!”dir. Voltaire’in bu eserdeki pozisyonu da Nagel’den farklı değildir, adeta önceler onu. Ona göre insanın zihni “tabula rasa”dır (boş bir levha veya kâğıt) onun için, insan, ancak deneyimle öğrenir. Bu haliyle oldukça Leibnizci bir perspektiftedir: ampiristtir ve tesadüfe yer bırakmaz. Zekâ sonsuzdur fakat sınırsızdır; süregelen ve süregidendir fakat bilebilecekleri sınırlıdır. Tek bir noktaya sıkışıp kalmıştır insan zihni. Ampirist olması da onu mutlak belirlenimciliğe itmemiştir, veya bir başka deyişle, Voltaire, her ne kadar belirlenimi kabul etse de, özgürlüğü de topyekûn yadsımaz. Ona göre özgürlük engellenmemektir; engellenmeden eylemektir ve bu sınırların farkında olmaktır. Bu haliyle oldukça Stoacı, Spinozacı, Leibnizci bir perspektif çizmektedir. Peki, Voltaire mevzubahis filozofların bazı öğretilerini kabul etse de, hiç onları eleştirmemiş midir, topyekûn onlarla aynı fikirde midir? Elbette hayır. Öncelikle sistemlere düşmandır, özellikle de metafizik temelli sistemlere. Bu nedenle Leibniz, Spinoza, Descartes gibi filozoflar Voltaire’in kıskacındaki filozoflardan bazılarıdır. Örneğin Leibniz “mümkün dünyaların en iyisi bu dünyadır, çünkü tanrı yanılmaz ve kullarını sever” der. Voltaire ise her zamanki nüktedan tarafıyla “ne en iyisi kardeşim ya, görmüyor musun dünyada depremler, savaşlar, kötülükler kol geziyor, kör müsün?” der gibidir. Bu “sistem” filozofları sistemlerini metafizik üzerine inşa ettikleri için daha en başında hatalıdırlar. Çünkü metafizik konular (örneğin tanrı, töz, öte dünya üzerine konular) doğaları gereği bilinemezdir veya açıklanamazdır; kesinlikleri yoktur. Bilinemezler fakat bazı filozoflar sanki onlar orada duruyormuş ve kendilerini ona açıyormuşçasına kesin hükümlerle konuşmaktan geri durmazlar ki, bu tutumları Kant, Schelling ve pragmatistler tarafından çok ağır eleştiriler almıştır. Yine de Voltaire metafiziği hepten yadsımaz, hatta gereklidir onun için, bu konuların konuşulması gerekir fakat konular üzerinde bu kadar kendinden emin konuşulmamalıdır. Bu konularda deyim yerindeyse herkes cahildir. Ancak metafizik konuların konuşulması her ne kadar gerekli olsa da, bu konuşmalar halka nüfuz etmemektedir. Çünkü halk toplulukları âdetler üzerinden şekillenmektedir; metafizik ve daha genelde felsefe üzerinden değil. İnsan türüne fayda sağlamayan şeyler ise onun için boştur, daha doğrusu insanlar kendilerine fayda sağlayacak şeyleri isterler. (çelişkiyi fark ettiniz mi?) Son olarak Voltaire’in din ve ahlak konusundaki görüşlerine değineyim. Voltaire deisttir fakat deistliği dogmatik olmaktan ziyade kuşkucudur. Bir yaratıcıya inanır, inandığını sever, bu kadardır. Tanrı üzerinden evrensel bir ahlak tesis eder. Ona göre Tanrı sistemin sürdürülebilirliği için insanlara ahlak duygusu bahşetmiştir ve bu ahlak duygusu her insanda vardır. Yani Voltaire’e göre insan doğruyla veya yanlışla karşılaştığında karşılaştığının ne olduğunu bilir. Şayet yanlış bir eylemde bulunursa da, esasında içindeki adalet duygusunu yanlış yönlendirmiştir, yoksa adil olmayı sürdürmek gayretindedir. Pascal’ın tam hatırlayamasam da bir sözü vardır, hoş ,söz Pascal’a mı aitti ondan bile emin olamadım şimdi. Neyse. Söz şöyle bir şeydi: “ikiyüzlülük, insanın adalete ve adil olmaya duyduğu saygıyı içinde barındırır. Voltaire de bu çizgide. İnsanın ikiyüzlülüğünde bile bir “masumiyet” bulan tuhaf bir düşünce. Örneğin birisi size karşı yaptığı bir yanlışı alenen söylemez de aslında şöyleydi, şunun için yaptım, ne yaptığımı bilmiyordum gibi türlü mazeretlerle açıklar yanlışını. Voltaire’e göre bu açıklamalar yanlış yapan insanın adil olmamaktan duyduğu utancın ve adalete saygının bir sonucudur. Kısaca, insan adil olmanın iyi olduğunu düşünür ve ondan uzaklaşmak istemez, uzaklaşırsa da utanır. Nereden bakarsam bakayım Voltaire benim için her zaman nüktedan, alaycı, şakacı, iyimser, sevinçli ve coşkun bir simadır. Gömlek cebinde taşıyor gibidir iyimserliğini, alaycılığını, coşkunluğunu. İnandığını söylemekten asla vazgeçmemiştir. Yüzyıllarca öteden seslenmektedir günümüz insanına: “cesur olun, kuşkucu olun, mutlu ve iyi yaşayın.”
Cahil Filozof
Cahil FilozofVoltaire · Kırmızı Kedi Yayınları · 20192,023 okunma
·
707 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.